4.3.12

Şehirlerim ve Sesleri



Bu sabah rap rap rap rap ve "allez allez allez" sesleriyle uyandık. Mini parizyen balkonumuza koşunca gördük ki Paris maratonu zamanı gelmiş ve bizim evin önünde pür enerji insanlar koşuyor. Zaten dün gece de uykuya dalmadan hemen önce duyduğum sesler, parkın köşesini mekan edinmiş mahallemizin evsizleri 2 arkadaşın radyo eşliğinde içki muhabbetleri, parkın diğer köşesinde bar çıkışı aşkın anlamı konusunda ateşli bir tartışmaya girmiş genç bir çiftin yüksek perdeden sesleri ve esrarengiz üst kat komşumun her geceyarısını geçe başladığı tıkırtıları idi. Böyle olunca aklıma şehirlerim ve sesleri düştü.

İsviçre'de her şehir sessizdir ya Vevey sanki daha bir sessizdi. Geceleri sadece rüzgarla çimenlerin üzerinde yuvarlanan yaprakların sesi duyulurdu. D'nin aile evinden ise eğer hava rüzgarlıysa gölün hışırtısı, arada bir annesini kaybeden yavru ördeğin cırtlak bağırması, yaz geceleri karşı kıyıda kurulan plajdan hafif hafif gelen müzik sesi, geriden çok geriden tren sesi..

Sonra sessizlik fazla geldi biraz macera bolca ses istedik Abidjan'a geldik. Abidjan'da eksik olmayan gürültü sokaklarda Fransızları protesto eden göstericilerin bağırışlarıydı, arada bir silah sesi, bir süre aynı göstericilerin tüm beyazların (ve tabii bizim de) kellelerimizi istemelerini dinledik, sonra geceleri karanlıkta uçan helikopterlerin sesi, uyarı amaçlı ateşlenen makineli tüfeklerin sesleri, askerlerin tahliye ettikleri sivillere "bougez, bougez" diye bagirmalari, telsizlerin hisirtilari, köpeklerin can hiras havlamalari, uçak motorlari...


Kelleleri kurtardık bu seslerden kaçtık Dakar'a geldik. Dakar'da her gece sinekliğin içine girmeye çalışan sivrisineklerin vızıltısı, harmatan zamanında çöl rüzgarlarının çöl kumlarını camlara vura vura çıkardığı sesler, arada bir evin duvarına birinin işemesinin sesi, çamaşır makinesi olmadığı için çamaşırları tanesi 600 CFA'ya yıkayan evsahibimizin hizmetlisi Awa'nın taşla çamaşırları ezmesinin sesi, o bitince de yine Awa'nın çalı süpürgesinin bahçedeki çakıl taşlarını süpürüp geçme sesi, müşteri için yarışan car rapide'lerin kornaları, sportif Dakarlilarin ayak sesleri, eski arabasinin bagajinda kapi kapi dolasip sebze satan seyyar manavin korna sesi, birbirinden döküntü taksilerin aksiran motor sesleri, marabularin dilendirdigi küçük çocuklarin ince sesleri, expatlarin 4X4'lerinin tekerlek gicirtilari, kedileri köpekleri kovalayacak büyüklükte siçanlarin tiz çigliklari, en sonunda yine uçak motoru gürültüsü
...
Sonra geldik batı Afrika'daki son durağımıza Accra'ya. Accra'da yumruk büyüklüğünde yağan tropik yağmurun sesi, yağmurdan her defasında taşan havuzun sesi, taşan havuz için koşturan güvenlik görevlimiz mister Antwi'nin sesi, yağmuru bastıran klimanın sesi, biraz geriden kıyıyı döven okyanusun sesi, duvarımızın hemen arkasında 24 saat 7 gün çalışan Çin büyükelçiliği inşaatının çekiç sesi, tokmak sesi, vinç sesi, hergün aynı saatlerde askeri hastanenin önündeki ağaçlara uçan gün kararırken de geri giden yarasaların kanat sesleri, aynı yarasaların geri dönüş yolunda su içmek için havuza salto yaparken hışırtıları, geceyarısından sonra gizlice inip kalkan kaçakçılık uçakların gürültülü motor sesi, sitelerin güvenliklerine ev yemekleri satmak için her sabah gelen kadının sesi, onun yemeklerini yiyenleri şapırtıları, hergün 12 saat kesilen elektrikle başetmek için jenaratörün sesi, Vida'nin gülmesinin sesi...


Son bir uçak motoru gürültüsüyle Accra'yı bıraktık Paris'e vardık, şimdi burada her sabah kafelerden gelen fincan ve kaşık sesleri, her gece yine kafelerden gelen kadeh sesleri, kahkaha sesleri, yılda birkez fete de la musique sayesinde 24 saat müzik sesi, diğer günlerde hergün saat 18'de alt komşumuzun saksafonunun sesi, gündüz ise öğrencilerinin daha az başarılı piyano denemeleri, araba sesi, araba sesi, araba sesi, motor sesi, haftada bir cam şişe kumbarasının şangır şungur boşaltılmasının sesi, her sabah kaldırımların şakır şakır yıkanmasının sesi, hararetli aşk kavgaları, doğumgünü kutlamaları, cuma geceleri son paralarını rue de lappe'da bitiren son metroyu da kaçıran gençlerin ayak sesleri, şarkıları, en üst katta yaşayan öğrencinin kapı kodunu bir türlü öğrenemeyen arkadaşlarının "Maxime, Maxime" diye bağırıp seslerini ona duyurmaya çalışmaları, sonunda yan komşunun "ohhh merde le code est B0287" diye bağırması, Parisli zarif kadinlarin sigaralarinin çitirtisi, velib'lerin kornalari, turistlerin "that's fantastic" diye yüksek sesle bagirmasi, yan sokaktaki pazarin kuzey afrikali saticilarinin müsteri çekmek için çigirmasi, herkes mucize olup da aynı anda sustuysa kuş sesleri...

Şehirleri sesler yaşatıyor yani. Ben de yeni şehirleri ve seslerini keşfetmeyi çok seviyorum. Siz de şehirlerinizin seslerini bana yazsanız ya sesleri paylassak?

2 comments:

  1. Istanbul: bazen kakafonik, bazen melodik birbirine karisan ezanlar, marti sesi ve illa ki vapur sesi.
    Paris: icindeyken baska, yerin ustundeyken baska hissedilen metro sesi.
    New york: siren sesi, siren sesi, siren sesi...

    ReplyDelete
  2. New York'a çok güldüm ama iyi hatirlattin Paris'in de sirenlerini nasil unutmusum onlarsiz olur mu hic?:))

    ReplyDelete