23.8.11

Portekiz'de Neler Gördüm

Bu sene tatil planlarımızı batık Avrupa ülkelerinin ekonomilerini kalkındırma çerçevesinde yaptık. Ispanya, Italya ve Yunanistan'dan sonra geçtiğimiz 2 hafta Portekiz'deydik. (Ekim'de de Irlanda var, kriz bizi teğet geçtiği için Türkiye'ye gelmiyoruz)
Portekiz'de şunları gördüm/yedim/içtim/öğrendim:

- Biz misapirvereriz deriz ya halt etmişiz, Portekizlilerden daha misafirperver halk görmedim
- Tüm ülkeyi turladığımız için arada minik köylerde kaldık. Gündüz hava sıcak olduğu için köy halkı akşamları meydanda toplanıp muhabbet ediyor. Sadece çekirdekleri eksik. Ama sizi de sohbete davet ediyorlar. Bizim Portekizcemiz 3 kelime. Onu da konuşurken ağzımız burnumuz birbirine giriyor. Ama özellikle yaşlılar fransızca konuşabiliyor. Süper muhabbet dönüyor. Bütün köy dedikodularını aldık.
- Portekizce çok zor dil. Obrigado ve obrigada (teşekkür demek) kim kime diyecek ancak 3. portekiz gezisinde anladık. Bu 2 kelimelik geniş haznemize bu defa "bom dia"yı da ekledik. Ama biz bunun iyi günler olduğunu sanıyorduk. Günaydın olduğunu anlayıncaya kadar ülkeyi baştan sona geçmiş ve öğleden sonra 16'da hala herkese "günaydın" demiştik.
- Portekiz'de yemek çok önemli. Yemekleri çok lezzetli. Deniz kenarları iyi ama iç kısımlar ağır. Zaten Portekiz'de başlıca rahatsızlıklar şeker ve kalp kriziymiş. Saşırmadık. Birkaç fazla kilom var plaja gitmesem mi diyorsanız Portekiz'de plaja gidin. Et ve but pek makbul orada.
- Bir karidesler yedik ki köpekbalığının yavrusu büyüklüğündeydi. Denizde karşılaşsan o seni yer. Dev karideslerin intikamı. Dağlara taşlara neme lazım.
- Poussada denen otellerde kaldık. 1940 yılında hükümet tamamen Portekiz kültürüne ait oteller açalım demiş. Tarihi binaları otel haline getirmişler. Içlerinde manastırdan, fabrikaya kadar bina var. Sonra da bu otelleri özel bir şirkete satmışlar. Sirket bunları 5 yıldızlı hale getirmiş. Amaç Portekizliler faydalansın olduğu için fiyatları daha makul. Bu yüzden de en fazla 5 gün kalabiliyorsunuz. En güzeli Porto'dakiydi.
- Manastır deyince tabii ki Portekiz'de ziyaret edilecek çok manastır var. Portekizliler pek bir koyu katolik. En meşhur dini yerlerden biri Fatima. Hani Meryem'in 3 küçük kız çocuğuna görünüp mucizeleri açıkladığını Vatikan'ın kabul ettiği yer. Cekirdek ailemizin laik ama protestan üyesi veto koydu "yaşlı insanların dizlerinin üzerinde sürünerek kiliseden şifa bulmaya gelmesine prensip olarak karşıyım" dedi oraya gitmedik. Ama diğer bazı tarihi manastırları gezdik.
- Manastırlardan birinde daracık bir mutfak kapısı vardı. O kapıdan sığamayan rahip rejime sokulurmuş. Kapı öyle dar ki biz aktüel halimizle göbekleri sürterek geçtik. Bizim mutfağın kapısını da böyle yaptırmayı düşünüyorum.
- Bir diğer manastrda da Romeo ve Julliet hikayesinin esin kaynağı gerçek hikayenin kahramanlarının mezarı vardı. Zamanın veliaht prensi ve sevgilisi. Kral politik çıkarlarına uygun olmayan bir aileden geldiği için oğlunun aşık olduğu kadını öldürtmüş. Ama bugün hala yanyana yatıyorlar.
- Gitmeden önce denizdi dalgalardı vırvır kafa yemiştim. Deniz tatilinin ilk ayağı Sagres diye bir okyanus kasabasındaydı. Bu kasaba Avrupa'nin en güneybatı ucunda. Ne bilelim biz meğer 2 başlıca okyanus akıntısının birleştiği yermiş. Sisten göz gözü görmedi 24 saat boyunca. Ortaokul coğrafya derslerini iyi dinlememenin cezası. Ertesi gün arabaya atlayıp rastgele güneşi takip ettik de güzel bir plaj bulduk.
- Tatilin en sevdiğim yerlerinden beri Porto'ydu. Porto şarap (ay bir dakika evin önünde bir motorsikletliye çarptılar olaya bakmam lazım. Mühim birşey olmadı sadece arabanın şoförü kadın cazgır cazgır bağırıyor, biz konumuza dönebiliriz) Porto şaraplarını biliyorsunuzdur. Tabii ki Porto şehri ve limanı bu şarapların ana yurdu. Gitmişken bütûn üreticileri ziyaret ettik. Porto şarabının tadı fermantasyonun yarıda kesilmesinden geliyormuş meğer.
- Porto şarapları ünlü Douro nehrinin vadisinden yetişen üzümlerden yapılabildiği için sadece nehrin yamaçları sağlı sollu üzüm bağları. Eski zamanlarda o üzümler insanların kıyıdan yalınayak çektiği gemilerle limana varıyormuş. Zorluğu varın siz düşünün.
- Portekiz şarapları genel olarak dünya şarapçılığında başarılı bir yer edindi. Ûretim alanı sadece 2 bölgeyle (Douro ve Alentejo) kısıtlı olsa da çok güzel, koyu kıvamlı, kadife gibi kırmızı şaraplar yapıyorlar.
- Arabaya biner binmez 15 dakikada bir acıkan 20 dakikada bir de çişi gelen bir başbelası olduğum için garanti veririm ki bütün tuvaletler tertemiz.
- Marvao diye bir minik ortaçağdan kalma dağ köyünde kaldık. Köyün nüfusu 120 kişi. O gece köyün 2 oteli de doluymus ve 120 kisi de turist eklenmis bu sayıya. Bir gecede köyün nüfusunu 2'ye katlamısız yani.
- Bu portekizlilerin pasteis de nata diye bir tatlısı var ki akıllara zarar. Milföy hamuru içinde muhallebi gibi birşey.
- Portekiz plajları 80'lerde kalmış gibi. Herkes zımpara kıvamına erişmek için döne döne yanıyor. Zavalli Ingilizler de yerel halka uyacak diye helak valla çok üzüldüm onlara transparan derileriyle kıpkırmızı...
- Yalnız sosyetik özel plajlarda bile bizdeki gibi cıstak kötü pop müziği yok ki bu durum beni çok mutlu etti. Sadece dalga sesleri ve martı sesleri. Bir de tabii "Melisacaaaaaaaan çık artık sudan dışarı" cırlamasını "Mariaaaaaaaaa" olarak duyuyorsunuz. Heryerde suda çok kalan bir Maria var çünkü ve de onun cırlak sesli annesi.
- Yol boyu köy kahvelerinde gömlekler fora, kafada mendil adamlar oturuyor. Kadınlar da muhtemelen tarlalarda çalışıyor tabii. Kadınların çilesi hiç bir memlekette bitmiyor kardeşim.
- Biz güzelim zeytinyağlarımızı italyanlara verelim onlar da şişelesin "made in italy" diye satsın daha, Portekizliler zeytinyağlarına gözleri gibi bakıyor. Tabii ki aldım da geldim.
- Resimler de bir sonraki postta geliyor.