29.3.12

Her Tatilin Bir Bitisi Vardir

Sirf su geri donusler yuzunden tatile cikmayasim geliyor bazen ama sonra bir dahaki tatil zamani gelince unutuyorum. Anlayacaginiz butun yanardag patlasin ucuslar iptal olsun, firtina ciksin ucuslar iptal olsun, ucak bozulsun geri donsun, grev olsun ucuslar iptal olsun temennilerime ragmen ucuslar iptal falan olmadi. Hawaii tatili bitti donduk kurkcu dukkanina. Bu arada tatilin son ayaginda Los Angeles'ta kendime bir guzellik yapip mac aldim. Son 2 yildir her actigimda camdan atma noktasina geldigim HP ile ilelebet yollarimizi ayrildik. Ama yeni mac pro'ma Turkce klavye eklemeyi daha beceremedim onun icin yazdiklarim boyle kusuruma bakmayin. Turkce klavye eklemeyi bilen varsa da paylassin insanlik adina da beni saatler surecek internet aramalarindan kurtarsin.
Soz verdigim gibi resimler burada. Siz onlara bakadurun ben de jet lag'den ve post tatil bunalimimdan kurtulunca yine yazarim


resimde belli degil ama kocaman ve cok tatlilar, denizde yanyana yuzuyorsunuz sizi hic umursamiyorlar

kratere bu kadar yaklasabildim, daha fazlasina ranger'lar izin vermiyordu

pasifikle saka olacak gibi degil demistim size degil mi?

iste burasi adini onundeki elektrik direginden alan plaj

krallarin verdigi cezadan kacan halkin sigindigi tapinak

meshur waikiki plaji burasi iste

sizin icin tepelere tirmanip resimler cektim

waikiki'nin diamond head tepesinden goruntusu

island hopping


kisaca denize girip de geberirsiniz sorumluluk kabul etmiyoruz diyorlar yani

bir yanda boyle bakimli plajlar var

diger yanda da boyle dogal plajlar

yeni kameramla shutter speed denemelerim

22.3.12

Aloha ve Mahalo / İ LAVA Big İsland

Pele Hawaiililerin ateş tanrıçası, uzun uzun zamanlar kardeşi Nā-maka-o-Kaha'i deniz tanrıçasıyla savaşıyor, sonunda asasını şu an bulunduğum adada bi tepeye vurup yerin dibinden ateş fışkırtıyor ve bu adaya yerleşiyor, iki tanrıça zaman zaman savaşıp hala birbirini yenebilmiş değil. Eski insanlar lava fışkırtan yanardağlar ve okyanusa aktığı anda tıslayıp dumanlar çıkartan, kaynar su fışkırtan lavlarla onları soğutup yeni kara yaratan okyanusun mücadelesini böyle açıklamışlar.

Yanardağlar da insanlar gibi gençlik, delikanlılık dönemlerinde taşkın oluyorlar. Big İsland'daki yanardağ da genç bir yanardağ, dünyanın en aktif yanardağı demiştim ya işte bu yaşıyla da ilgili. Bunları yazarken halihazırda adanın güneyinde lavalar denize akıyor. En son patlama 95'te olmuş, şu an denize ulaşan lavalar da o patlamanın devamı.

İşte ben dün bütün günü bu yanardağda geçirdim. İnanılmazdı. 59'daki patlamanın olduğu kraterin içinde yürüdüm, tam ortasında, 6 km uzunluğunda, hala hafif hafif tüten buhar delikleri var, burnundan soluyan bir dev gibi. Aktif kratere yaklaştım, eğilip içine bakmama izin yoktu ama kocaman dumanının resmini çektim. Lavların yaktığı köylerden geçtik, lavların altında kalan eski otoyolu gördük, tam ortasında kesinliyor çünkü tonlarca lavın altında kalmış, ve de 2003'te tepeden denize inmiş şimdi artık soğumuş kayalaşmış lavların üstünde yürüdüm. Bazen kapkara bazen gümüş rengi, uzaktan hala yumuşak gibi duruyor, hani muhallebi koyulaşmaya başlayınca üzerinde kaşık gezdirirsiniz şekiller oluşur ya işte öyle şekiller oluşmuş katılaştığı yerlerde. Aktif lavlara yaklaşamadık, park rangerları gitmeyin dedi uslu olduğumuz için dinledik. Ama dinlemeyenler varmış hem de çokmuş, en çok yanardağ kazaları bundan oluyormuş.

İnsanlığin epik aptallık hikayelerini ben "koş Mahmut abi koş" sendromuyla açıklıyorum. siz uzun uzun "hacer gız gel kaynıngillere de söyle onlar da gelsin baksın" diyebilirsiniz. Bu "koş Mahmut abi koş" sendromu şöyle birşey, normal bir insan anormal bir doğa olayı veya kaza vs görüyor, bu geriye çekilen okyanus olur, trafik kazası olur, hortum olur, şimşek olur, denize doğru güldür güldür akan lav olur, silahları çekmiş kavga eden birileri olur vs, içgüdüleri tersini tersini bağırsa da merakı "git olm bak sana bişey olmaz" diyor, işte zaten insanoğlunun başına ne gelirse meraktan, hayır kendi gittiği yetmezmiş gibi bir de mahmut abisiyle kaynını da sürüklüyor. Bu "koş mahmut abi koş" sendromuna yenilenler arasında lavanın okyanusla teması anında sıçrayan sulardan yanarak ölenler olmuş. Lava 1600 derece sıcaklıkla, denize döküldüğü anda çıkan enerjiyi ve o enerjinin yarattığı su sıçramasının kuvvetini düşünün. Aynı birleşim sırasında çıkan zehirli gazlardan zehirlenen olmuş, okyanusun soğuttuğu lavlardan oluşan yeni ve henüz stabil olmayan bankların kırılmasıyla okyanusa düşüp ölen olmuş, lava tüplerine deniz suyu dolunca yine iki kuvvetli karşılaşmadan (pele ve rakip kızkardeşi) anlık oluşan patlamalarla havaya uçan kayaların altında kalıp ölen olmuş. Bir de karanın altında güldür güldür lava akarken tam üstünde yürümeye kalkıp incelen kara tabakası çıtır çıtır kırılınca lavların içine düşüp ölen olmuş. Mario world'ün 9. dünyası gibi! Ondan sonra da aman efendim yetiş park ranger'ı mahmut abi okyanusa düştü, kaynını da ona bakarken kaybettik.

Gelmeyin böyle dolduruşlara, siz beni dinleyin, kenardan kenardan, yavaş yavaş, aman diyeyim

21.3.12

Aloha ve Mahalo / Dalgaların Gücü Adına...

Pasifik haşmetli okyanus demiştim ya dün size işte buna tanıklık edecek bir yere gittik bugün.

Hilo, big island'ın en büyük yerleşim yeri. 2.dünya savaşından sonra çok gelişiyor. Şeker fabrikaları, üretimi adanın diğer kimanlarına bağlayan bir tren yolu, kahve üretimi, vs vs. Düşünsenize savaş sonrası herkesin dertten tasadan kaçmak istedikleri yıllar, haliyle bunu yapmak için okyanus kıyısında her daim güneşli bir tropik adadan daha uygun yer yok. İnsanlar akın akın Hilo'ya yerleşiyor, üstelik volkanik adanın en yeşil yeri, etrafında şelaleler, dev ormanlar, plajda evler...

Bu mutluluk ortamı 1946'nın birgünü dev bir dalgayla kelimenin tam anlamıyla alt üst oluyor. Tsunami ne demek Japonca bilenler dışında kimseler bilmezken, Alaska'daki büyük bir depremin tetiklediği dev bir dalga şehri yutup okyanusa taşıyor. Dediğim gibi tsunami nedir kimseler henüz bilmiyor, okyanus çekilince herkes plaja koşup çekilen sulardan açıkta kalan balıkları topluyor, akşama bedava ziyafet var, üstelik bütün konu komşu da plaja denizden gelen ganimetleri toplamaya çağırılıyor, halbuki okyanusun öyle boş beleş ganimet vermeye niyeti yok, saatte 800 km hızla geliyor o dev dalga ve sonuç tabii çok trajik.

İnsanoğlu aklını kullanmayı öğrenmemekte ısrar eden bir yaratık, 60'da yine geliyor tsunami, şehri aynı yere aynı şekilde kurdukları için okyanus yine yutup götürüyor evleri, en son 75'de bir daha geliyor, artık ders almış olmaları lazım değil mi? Tabii ki almıyorlar, surfçüler, o dev dalgayı yakalamanın çok havalı olacağını düşünüyor ve surfleri kapıp okyanusa açılıyor! İnsanlar bu kadar akılsızsa okyanus ne yapsın? 

Neyse 2. büyük tsunamiden sonra şehri tekrar kurmuyorlar, ilk tsunami tren yolunu da yuttuğu için ekonomi de zaten geriliyor, 70'lerde şeker fabrikaları kapanıyor, bütün fokus turizme dönüyor, bugün artık neredeyse bütün evler Hilo'nun etrafındaki tepelerde, dalgaların alt üst ettiği merkezde bir pasifik tsunami müzesi var, tsunamilerden sağ kurtulanlar hikayeleriyle hayat kurtarmaya çalışıyorlar.

Şu an bir dev dalga gelse ne kadar hazırız yazıyor müzenin duvarlarında defalarca. Bizim memleketin depreme hazırlıksızlığıyla kıyaslayınca bir hayli hazırlar aslında. Ama zaten bizim memleketi kıyaslamaktan çoktan vazgeçtim ben.

Neyse tsunami uyarısını duyunca yapılacak tek birşey var zaten, tabanlara kuvvet koşmak...

20.3.12

Aloha ve Mahalo / Şarkı Söyleyen Balinalar

Tatilin ikinci ayağı için Big İsland'dayız. Adı üstünde büyük ada. Big İsland dünyanın en aktif yanardağının sahibi ya da yanardağ adanın sahibi demek daha doğru belki ne de olsa o yanardağ püskürmese bu ada oluşmazdı. En aktif derken şunu kastediyorum şu an siz bu yazıyı okurken yanardağ bir yandan lav püskürtüyor. Benim oturdğum yerden görünmüyor tabii ama görebileceğimiz bir hiking planı var programlarımız arasında. Sırf sizin için neler yapıyorum. Pinidiana Jones.
Big İsland'da tam 7 ayrı iklim bölgesi var. Hakikaten birkaç km gidiyorsunuz tropik ada, sonra birkaç km daha simsiyah lava taşları. Plajların bazıları kapkara kum, bazıları incecik beyaz kum bazıları da sadece kaya.

Burada kendimize bir villa kiraladık. Yatak odamızın 3 yanı boydan boya cam ve okyanusu görüyor. Yattığınız yerden balinaları seyrediyorsunuz. Evet çok ciddiyim bugün 5 tane balina gördüm. Once havaya fışkırttıkları suyu görüyorsunuz sonra da kendini sağdan sola deviren koca gövdeyi. Dev gibiler. Evin önündeki plaja o kadar yaklaşıyorlar ki bu plajdan denize girip girmemek konusunda kararsızım. Balina yanlışlıkla pırt yapsa dalgasıyla kendimi kayalarda bulabilirim, tırsıyorum biraz.

Daha da ilginci ne biliyor musunuz? Etrafımız o kadar sessiz ki geceleri dalga sesleri ve balinaların, suya vuran kuyruklarının sesleri ve şarkılarıyla uyuyoruz. Bu koca adamlar şarkılar söylüyor! Tabii bunun bilimsel bir açıklaması var, benim şarkı dediğim sesleri onlar dişi balinaları baştan çıkarmak ve de rakipleri uzak tutmak için çıkarıyorlarmış. Humpback balinalar bunlar. Türkçesi kambur balina olabilir emin değilim. Kuzeyin soğuk sularından bu aylarda Hawaii koylarına inerlermiş, çiftleşmek, doğurmak ve emzirmek için. Bebek balina da görsem ne şahane birşey olurdu ama bebek olduğunu ben nerden anlayacağım, koskoca balina. Humpback balinalar tam yokolmak üzereyken koruma altına alınmışlar. Şu an nüfusları 10 bin civarında. İnsanoğlu bir de paylaşmayı öğrenebilseymiş ne güzel olurmuş. Youtube'da bir video var. Snorkel yapmaya giden bir aile balıkçı ağlarına dolanmış ve ölmek üzerer olan bir balinayı kurtarıyor, ellerindeki küçük çakıyla ağları kesmeleri ve balinayı kurtarmaları saattler sürüyor, üstelik koca balina paniğe kapılıp ani bir hareket yapsa bütün aile ölebilir, ama balina anlıyor, uslu uslu bekliyor, kurtarıldıktan sonraki sevinç anını görmelisiniz, tüm yorgunluğuna rağmen dev hayvan kendini kurtaran aileye teşekkür etmek için elinden gelen tek şeyi yapıyor, defalarca havalara zıplayarak onlara bir show sunuyor, müthiş görüntüler, ne olur bulun ve izleyin.

Pasifik çok haşmetli okyanusmuş. Atlantik de Hint de halt etmiş. Önünde saygıyla eğiliyorum. Kuvvetli olduğunu ilk bakışta belli ediyor. Kuvvet yarıştırmaya hiç gerek yok. Ama bazı koylarında uslu uslu yüzmenize izin veriyor. İşte o zaman da yumuşacık, sıcacık...
Kiraladığımız evin "önemli bilgiler" dosyasında olabilecek doğal afetler başlığı altında dolu dolu 1 sayfa yazı var. Boru değil aktif yanardağ üzerinde oturuyoruz (anne baba okuyup da panik yapmayın lütfen stop emniyetteyiz stop)

Benim güneş batımı kokteyl zamanım geldi, yarın yine yazarım, balinaların size selamı var, denizleri temiz tutun diyorlar

18.3.12

Aloha ve Mahalo 2 / Her Türlü Turistik Aktivite

Araştırmacı tatilci Pini sırf sizin için her türlü kitcsh turist aktivitesine dahil oldu. Evet boynuma o çiçek kolyeyi de taktım, alman turistlerin istanbul ziyaretlerinde oriental palace'da göbek şovu izlemeleri gibi hula gecesine de gittim (hani çalı eteğiyle danseden uzun saçlı kızlar vardır ya işte o şov), surf denemesi yapıp bir plaja ve marsık tenli sarı uzun saçlı beach boy'lara gülme malzemesi de oldum. Bu arada surf yapmak için bilinmesi gereken bir sürü görgü/adap/trafik kuralı varmış ve yerli halk bunları bilmeden surf yapmaya gelen turistlere kılmış. Mesela dalga önceliği en açıkta olan surfçüye aitmiş. Öyle babanın dalgası gibi atlamak yokmuş yani.

Honolulu, Amerika'nın New York'tan sonra en pahalı şehriymiş. İki kap granola'ya 50 dolar verdik, çocuğumu kessen bu kadar otururdu içime. Bundan binlerce yıl önce adalarda 1 milyon kişi yaşarken kendi kendine yetebilen adalar bugün yine 1 milyon kişi yaşarken ihtiyaçlarının %80'den fazlası dışarıdan gelliyor. Bu işte bir tuhaflık var! Tek gelir endüstri turizm, neyseki Japonlar bol bol para saçıyor. Koca Honolulu'da japonca ve ingilizce dışında birtek biz başka dil konuşuyoruz. Türkiye ve İsviçre'nin dilleri ve coğrafi konumları adalılar ve turistler üzerinde ciddi kafa karışıklığı yaşattı. İsviçre'de swiss mi konuşuyorsunuz sorusunu bir daha sorana D kafa göz girecek korkarım. Yine de kızmamak lazım, okuduğum rehber kitapta Amerikalılar'a "sakın Amerika'ya geri döndüğümde demeyin yerli halk çok kızıyor çünkü Hawaii ABD'nin bir eyaleti" yazıyordu.

Burada saat 17'de yemek yiyorlar. Gezerim gezerim alışma zorluğu yaşamam ama bu zor geldi yahu. Saat 17 elde soğuk bira plajın en güzel saatidir. Aç kalırım yine yemem. Ama zaten aç falan da kalmıyoruz no panic.

Dün araba kiralayıp tek tek bütün plajlarda yüzüp bütün manzara tepelerinde durduk. Harika resimlerim var ama teknolojinin ayıbı yükleyemiyorum.

Japonlar elde eldiven ayakta mus çorap kafada şapka üstüne şemsiyeyle plajda oturuyor. Yanmamak için. Fakat bu halde kumlarda oturmak için de sabah 5'de şezlong kapıyorlar. Çalışkan millet anladık da gidin odanızda oturun o zaman arkadaşım. Onlar öyle boynu bükükler gibi oturdukça üzülüyor insan. Beyaz olma sevdasının da yanık olma sevdasının da fazlası akla zarar. Hoş gölgeden çıkmama konusunda ben de japonlarla yarışırım. Kavrulup da erken yaşlanmanın hiç lüzumu yok. 

Pearl Harbour'u gezmek istedik ama plaja havlularını bırakan Japonlar koşup burada kuyruk olmuş doğrusu bekleyemedik. Gemileri batıran zaten sizsiniz bırakın da bari müzelerini biz gezelim pes doğrusu.

Honolulu humpback balinaların emzirme, doğurma alanıymış, gözüm okyanusta balina gözlemekten şaşı oldum ama şimdilik kafalarını çıkarmadılar sudan.(*) Bir de yunuslarla yüzmek falan var ama ben gitmedim siz de gitmeyin, insanlarla yüzmek yunusların yüzgeçlerinde ciddi hasar yaratıyormuş, kıyamam yavrucaklar insana sempatik görünmenin cezasını çekiyorlar. Hoş sayko insan evladı kendine sempatik görünmeyeni de doğduğuna pişman ediyor ya bkz köpekbalıklarının çektiği eziyete.

Tatilin ikinci etabı Honolulu'dan sonra Big İsland. Onu da ayrıca yazarım şimdi denize koşuyorum.
(*) yazılar tabii birkaç gün geriden geliyor. Big İsland'da şu an yazıyı post ettiğim anda bile balinalar tam balkonumun önünde atlayıp zıplıyor. Sonunda bol bol gördüm yani. Onu da bilahare anlatırım

16.3.12

Aloha ve Mahalo

Bagajın kapağını bu defa Hawaii'de açtık dostlarım. Jetlag denen insanlık belasını kandırabilmek için ilk birkaç gün Honolulu'da porsuklar gibi döne döne uyumaktan başka şey yapmıyoruz. Hani waikiki diye duyar dururuz ya işte o meşhur plajdan yazıyorum size kalbim kadar beyaz bu satırları. i-pad'in sayfaları beyaz değil tabii aslında.

Bu Hawaii'yi ben cahil cahil tek bir ada sanırdım meğer 137 adanın birleşimi hawaii imiş. Volkanik patlamalarla oluşan bu ada grubu aynı zamanda hala dünyanın en aktif volkanına sahip ve onun sayesinde adaların alanı büyümeye devam ediyor. Şu an mesela okyanusun altında oluşumunu sürdüren bir adacık daha var ki 10 bin sene sonra yüzeye çıkacakmış. Karlı bir arazi yatırımı olabilir sanki.

Şu kadar zamandır aktif seyahat hayatım var yine de gittiğim en uzak destinasyon burası oldu. Zaten Hawaii dünyada kendine en yakın kara parçasından en uzak yerleşim yeriymiş. Böyle kooooskoca pasifikin orta yerinde bir adada olduğunu düşününce insan tırsmıyor de değil hani doğrusu. 

Böyle okyanusun orta yerinde, kürenin arka tarafında minik bir noktada ama (Türkiye ile arasında 12 saat fark var) teee MÖ'den beri buraya yerleşmiş insanlar varmış ve tuhaftır ki o zaman da nüfusu 1,3 milyonmuş şimdi de 1,5 milyon. Allahın milattan öncesinde kanolarla okyanusu nasıl geçmiş de ilk yerleşimciler buraya nasıl gelmiş ilginç tabii. Ama 75'te sadece yıldızları izleyerek kanolarla böyle bir yolculuk yapmış ve Tahiti'ye varmışlar. Bu yıldız navigasyonu durumu Hawaii ulusal gururu, arada bir çıkıp çıkıp Japonya'ya falan gidip geliyorlar. Bu sene de yola çıkıp tam tur dünyayı döneceklermiş.

Efendim bu adada yerliler mutlu mutlu pagan tanrılara tapar, arada bir o tanrılara insan kurban eder gayet kendilerine yeterli bir günlük ekonomiyi yönetir, mutlu mutlu (tanrılara kurban edilen en alt sınıf insanlar için geçerli olmasa gerek bu mutlu sıfatı) yaşar giderken kaptan Cook yanlışlıkla burayı buluyor. Ada doğal kaynaklar açısından çok zengin tabii "oğlum bala bak len maden bulduk maden" diyor Cook ve adamları. Hemen krallığa haber hooop başlıyor ada halkının beyaz adamla imtihanı. Cook ilk geldiğinde balına tam da pagan tanrılardan birine yapılan bir ayin zamanına denk geliyor. Böyle toplu ayinler aynı zamanda toplu histeri durumları da olduğu için yerli halkın algı uçmuş gitmiş haliyle.Tabii ayinin ortasında denizden böyle kadırgalar, tuhaf beyaz renkli, tuhaf kılıklı adamlar gelince yerli halk bunları tanrı sanıyor. Bir ihtimam bir hizmet görme gitsin. Yerli kızlar kendilerini bunların boynuna doluyor falan. Cook ve adamlarının hafiften poposu kalkıyor haliyle. Sonra gidip birkaç yeni ada daha keşfedip bir daha geliyorlar ama bu defa pagan ayin bitmiş, adadaki ihtimam özen azalmış, yerli halk bunları pek sallamıyor senin anlayacağın, o arada da bir tartışma çıkıyor, bizim Cook sen kap tabancayı vur yerli halktan birini, halk tabii hemen o an ayaklanıyor ve Cook işte böyle sömürge yolunda niyazi oluyor. Allah taksiratını affetsin tabii. Beyaz adamla adaya gelen hastalıklar yerli halkı kırıp geçirirken yine aynı gemilerle gelen adaya yabancı hayvanlar da yerel florayı kuşları böcekleri kırıp geçiriyor.

Sonra gelsin misyonerler, gitsin şeker fabrikaları, gelsin kraliyetin devrilmesi, gitsin Amerikan hakimiyeti, gelsin Amerikan ordu üsleri gitsin Pearl Harbour derken Hawaii bugün ki Hawaii oluyor.

Clinton başkanken Hawaii yerlilerinden özür diliyor, Hawaii dilini resmi diller arasına sokuyor vs.

Tabii tropik ada diye sanmayın ki Hawaiililer eski usul kulübelerde yaşıyor, çalı eteklerle geziyorlar falan. Ortalık gökdelenden geçilmiyor birkere, bir de adım başı starbucks vs. Otelin hemen önündeki caddedeki mağazalar, gucci, ferragamo, dior, burberry, armani, cartier vb (çünkü en büyük turist nüfusu Japonlar dersem anlarsınız nedenini)
Yalnız otele gelince boynumuza çiçek kolye taktılar doğruya doğru, o klişeyi atlamadık yani.
Yarın: honolulu, waikiki ve çevresi...

14.3.12

Fransızlar Ulaştırmasın!

Not1: bu yazı yine uçakta yazılmış ve plajdaki beleş internetten post edilmektedir. Honolulu yazıları da gelecek ama şimdilik bloğunuzun sahibi kendini okyanus dalgalarına ve renkli tropik kokteyllere vermiştir.
Not2: teknik beceriksizliklerden dolayı yine görsel yok ama söz Paris'e dönüşte ayrı bir postla sizi resimlere boğacağım

Paris'te yaşamaya bayılıyorum biliyorsunuz. Şimdiye kadar yaşayıp da en evde hissettiğim şehir la ville lumière. Ah bir de Fransızlar olmasaydı! Her zaman değil, bazen, özellikle seyahat edeceğim zamanlarda.

Her mevsimin her ayının her gününde grev vardır, grev pilotların, polislerin grevinden, ebelerin grevine kadar büyük bir iş yelpazesini kapsar. Ebeler derken ciddiyim, radyoda anons ettiler. Ebeler greve gidince bebekler de otomatik olarak greve dahil olur mu acaba? Annenin karnına doğru bir uyarı anonsu: sevgili bebek adayı yarın ebelerimiz grevde olacağından gelişiniz sürecinde aksaklıklar oluşabilir, seyahatinizi ertelemenizi tavsiye ederiz, sağlıcakla kalın, durduğunuz yerde sıkı durun. Hemşirelerin iş yavaşlatma eylemine denk geldim örneğin, kolumdan kanı öyle yavaş yavaş çektiler ki Çin gizli polisi gelip işkence yöntemleri konusunda formasyon alabilir.
Grev yoksa hava muhalefetinden dolayı metro çalışmıyordur, diğer ulaşım araçları zaten çalışmıyordur da kar yağınca metro neden çalışmaz, teorilere açığım.
Hava muhalefeti yoksa gösteri yürüyüşünden dolayı yollar kapalıdır.
Gösteri yürüyüşü yoksa yol çalışması vardır.

O da yoksa zaten temmuz-ağustos ayları gelmiştir ve bütün Fransa aynı anda tatile çıkmıştır. Güneydekiler kuzeye, kuzeydekiler güneye gider. O 2 ayda ölseniz cenazenizi kaldıracak adam yoktur, çünkü ailesiyle 4 haftalık yaz tatilindedir. Kokuşur kalırsınız, kokunuzu alacak komşu bile yoktur. Uyarmadı demeyin.

İşte bu sabah tatile çıkmanın heyecan ve sevinciyle güle oynaya charles de gaule havaalanına geldik. Aldığımız servis (yine) o kadar şahane o kadar fevkalade!! İdi ki heyecanımız toplam 12,5 dakikada söndü. Kavga ede ede havaalanında ilerleyebildik yine. Yeminle kendi sesimin tizinden kendim sıkıldım. Bir noktada benden 2 tane üst üste koyduğunuzda elde edeceğiniz bir görevliye zıplaya zıplaya bağırıyordum. Ben normalde şirret bir insan değilimdir inanın.
Zıplayarak bağırmamın sebebi şuydu, 2 ayrı görevliye boarding pass'imizi gösterip hangi kuyruğa girmemiz gerektiğini sorduk. Bütün kuyruklar tuhaf şekilde çok uzaktı. İkisi de aynı kuyruğu gösterdi. Biz de kuzu kuzu, mutlu tavşanlar gibi 45 dakika pasaport kuyruğunda bekledik. Hatta kuyruğa kaynak yapanlara müdahale edip görevlilere yardım falan ettik. 45 dakikanın sonunda, pazar günü çalışmasının mutsuzluğunu teker teker herkesin burnundan getirmeye and içmiş bir görevli eliyle kolumuzdan tutup yanlış kuyruktasınız diye bizi kuyruktan atmaya kalktı. Boyum 1,55 olabilir ama o anda içine green hulk kaçmış gibi devleştim, en kuvvetli silahım tiz sesimle adama bir saldırdım, bizi nasıl tüm kuyrukların en ucuna geçireceklerini bilemediler. Bu arada tuhaf şekilde kuyruktan atıldık ama herkesin önüne geçmiş olduk! Fransız mantığını gel de anla şimdi.

Amerikalı bir arkadaşımın hiç bıkmadan tekrarladığı bir hikaye var. Tanrı Fransa'yı yaratmış, sonra bakmış ki fazla güzel oldu, bozmak lazım, içine Fransızları yerleştirmiş.
Böyle günlerde bu hikayenin doğruluğuna gönülden inanıyorum.

Sent from my iPad

12.3.12

Uçakta Uyuyamama sorunsalı

Not 1: bu yazı dün uçakta yazılmış olup şu an Waikiki beach'de bulduğum beleş internet sayesinde post edilmektedir
Not 2: bkz not 1 plajda olduğumdan dolayı görsel mörsel yok

Optimal uyuma şartları sağlanmadan uyuyamayan bir insanım ve uzun uçuşlu yolculuklarda bu kötü alışkanlığım yüzünden çekmişliğim çoktur. Optimal uyuma şartları demek karanlık ortam, tam sessizlik, yatay durum ve kesinlikle kendi yastığım. Hal böyleyken şu an itibariyle 11 saatlik bir uçuşta solumda fosur fosur uyuyan D ile sağımda fosur fosur uyuyan bir Çİnli arasında orta koltukta hapsoldum kaldım. O kadar sıkıldım ki D'den geçtim çinli uyansa da iki lafın belini kırsak diye bekliyorum ama bana mısın demiyor. Arada bir kıpırdanıyorum da hani daracık alan birinden biri rahatsız olur uyanır diye ama ne uyumaksa uyuşturulmuş gibiler. Yavru köpekler gibi gözümü dikip 10 dakika kıpırdamadan bakmayı da denedim ama ı-ıh başarısız. Hayır bir de tuvalete gitmem lazım ama öyle üstünden atlayacak kadar da samimiyet kurmadım çinli koltuk komşumla. Uyumadan önce hello hello o kadar yani.

Bu bana hep olur. Balayımızdan dönerken 2 kitap, 2 film, 2 şişe de şarap bitirmiş yine de gözümü kapatamamıştım sonunda hosteslere siz gidin uyuyun ben yolculara göz kulak olurum demiştim. Gitmediler ama sağolsunlar beni de muhabbetlerine dahil ettiler. Düşün artık D'deki ne uykusuysa belli değil yeni evli karısı balayı dönüşü paraşütle yolun yarısında inse haberi olmayacak.

Gana'dan Avrupa'ya uçuşlar hep akşam 22'den sonra kalkardı. Bütün gece uç uç sabah 5'te Amsterdam'a in, baharı bekleyen çiçekler gibi taptazesin! Gözler göz olmaktan çıkmış coğrafi atlastaki akarsular gibi kırmızı damarlar belirmiş, saçın bir tutamı yerde bir tutamı gökte, cilt kurumuş pulpul 2 saat daha uçsan yasadışı timsah ticareti sanabilirler, bir de tropik iklimden binmişsin parmakarası terliklerinle iner ayağına çorap da geçirdin mi varma artık görüntünün göz zevki üzerindeki kalıcı hasarlarına.

Bir de her uçuşta mı insanın yanına bir african mama düşer. Afrika'da et ve but bir zenginlik ölçüsü olduğu için kilo alma konusunda limiti ne kadar yukarı çekebilirsen o kadar makbul. İşte o limiti bayağı bir genişletmiş popüler teyzeler hep benim yanıma düşer artık başları omuzumda döne döne uyurlardı.

Bu defa en azından sol komşum ufak tefek, D de fit bir insan ama uyansınlar artık yahu el insaf biz de insan evladıyız, 2 muhabbet edeydik iyiydi be

4.3.12

Şehirlerim ve Sesleri



Bu sabah rap rap rap rap ve "allez allez allez" sesleriyle uyandık. Mini parizyen balkonumuza koşunca gördük ki Paris maratonu zamanı gelmiş ve bizim evin önünde pür enerji insanlar koşuyor. Zaten dün gece de uykuya dalmadan hemen önce duyduğum sesler, parkın köşesini mekan edinmiş mahallemizin evsizleri 2 arkadaşın radyo eşliğinde içki muhabbetleri, parkın diğer köşesinde bar çıkışı aşkın anlamı konusunda ateşli bir tartışmaya girmiş genç bir çiftin yüksek perdeden sesleri ve esrarengiz üst kat komşumun her geceyarısını geçe başladığı tıkırtıları idi. Böyle olunca aklıma şehirlerim ve sesleri düştü.

İsviçre'de her şehir sessizdir ya Vevey sanki daha bir sessizdi. Geceleri sadece rüzgarla çimenlerin üzerinde yuvarlanan yaprakların sesi duyulurdu. D'nin aile evinden ise eğer hava rüzgarlıysa gölün hışırtısı, arada bir annesini kaybeden yavru ördeğin cırtlak bağırması, yaz geceleri karşı kıyıda kurulan plajdan hafif hafif gelen müzik sesi, geriden çok geriden tren sesi..

Sonra sessizlik fazla geldi biraz macera bolca ses istedik Abidjan'a geldik. Abidjan'da eksik olmayan gürültü sokaklarda Fransızları protesto eden göstericilerin bağırışlarıydı, arada bir silah sesi, bir süre aynı göstericilerin tüm beyazların (ve tabii bizim de) kellelerimizi istemelerini dinledik, sonra geceleri karanlıkta uçan helikopterlerin sesi, uyarı amaçlı ateşlenen makineli tüfeklerin sesleri, askerlerin tahliye ettikleri sivillere "bougez, bougez" diye bagirmalari, telsizlerin hisirtilari, köpeklerin can hiras havlamalari, uçak motorlari...


Kelleleri kurtardık bu seslerden kaçtık Dakar'a geldik. Dakar'da her gece sinekliğin içine girmeye çalışan sivrisineklerin vızıltısı, harmatan zamanında çöl rüzgarlarının çöl kumlarını camlara vura vura çıkardığı sesler, arada bir evin duvarına birinin işemesinin sesi, çamaşır makinesi olmadığı için çamaşırları tanesi 600 CFA'ya yıkayan evsahibimizin hizmetlisi Awa'nın taşla çamaşırları ezmesinin sesi, o bitince de yine Awa'nın çalı süpürgesinin bahçedeki çakıl taşlarını süpürüp geçme sesi, müşteri için yarışan car rapide'lerin kornaları, sportif Dakarlilarin ayak sesleri, eski arabasinin bagajinda kapi kapi dolasip sebze satan seyyar manavin korna sesi, birbirinden döküntü taksilerin aksiran motor sesleri, marabularin dilendirdigi küçük çocuklarin ince sesleri, expatlarin 4X4'lerinin tekerlek gicirtilari, kedileri köpekleri kovalayacak büyüklükte siçanlarin tiz çigliklari, en sonunda yine uçak motoru gürültüsü
...
Sonra geldik batı Afrika'daki son durağımıza Accra'ya. Accra'da yumruk büyüklüğünde yağan tropik yağmurun sesi, yağmurdan her defasında taşan havuzun sesi, taşan havuz için koşturan güvenlik görevlimiz mister Antwi'nin sesi, yağmuru bastıran klimanın sesi, biraz geriden kıyıyı döven okyanusun sesi, duvarımızın hemen arkasında 24 saat 7 gün çalışan Çin büyükelçiliği inşaatının çekiç sesi, tokmak sesi, vinç sesi, hergün aynı saatlerde askeri hastanenin önündeki ağaçlara uçan gün kararırken de geri giden yarasaların kanat sesleri, aynı yarasaların geri dönüş yolunda su içmek için havuza salto yaparken hışırtıları, geceyarısından sonra gizlice inip kalkan kaçakçılık uçakların gürültülü motor sesi, sitelerin güvenliklerine ev yemekleri satmak için her sabah gelen kadının sesi, onun yemeklerini yiyenleri şapırtıları, hergün 12 saat kesilen elektrikle başetmek için jenaratörün sesi, Vida'nin gülmesinin sesi...


Son bir uçak motoru gürültüsüyle Accra'yı bıraktık Paris'e vardık, şimdi burada her sabah kafelerden gelen fincan ve kaşık sesleri, her gece yine kafelerden gelen kadeh sesleri, kahkaha sesleri, yılda birkez fete de la musique sayesinde 24 saat müzik sesi, diğer günlerde hergün saat 18'de alt komşumuzun saksafonunun sesi, gündüz ise öğrencilerinin daha az başarılı piyano denemeleri, araba sesi, araba sesi, araba sesi, motor sesi, haftada bir cam şişe kumbarasının şangır şungur boşaltılmasının sesi, her sabah kaldırımların şakır şakır yıkanmasının sesi, hararetli aşk kavgaları, doğumgünü kutlamaları, cuma geceleri son paralarını rue de lappe'da bitiren son metroyu da kaçıran gençlerin ayak sesleri, şarkıları, en üst katta yaşayan öğrencinin kapı kodunu bir türlü öğrenemeyen arkadaşlarının "Maxime, Maxime" diye bağırıp seslerini ona duyurmaya çalışmaları, sonunda yan komşunun "ohhh merde le code est B0287" diye bağırması, Parisli zarif kadinlarin sigaralarinin çitirtisi, velib'lerin kornalari, turistlerin "that's fantastic" diye yüksek sesle bagirmasi, yan sokaktaki pazarin kuzey afrikali saticilarinin müsteri çekmek için çigirmasi, herkes mucize olup da aynı anda sustuysa kuş sesleri...

Şehirleri sesler yaşatıyor yani. Ben de yeni şehirleri ve seslerini keşfetmeyi çok seviyorum. Siz de şehirlerinizin seslerini bana yazsanız ya sesleri paylassak?