23.4.12

Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik (ama kime?)

gorsel tv5monde.org
Biliyorsunuz dün burada cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu vardı. Hoş ben biliyorsunuz dedim ama bilmiyor olabilirsiniz, zira Türkiye'nin hiçbirşeyini olmasa AB üyeliğini yakından ilgilendirecek bu seçim GS-FB maçı karşısında gündemde Patagonya seçimleri muamelesi görmüş olabilir.

Biz ise burada 1 senedir gözümüzü kapıyoruz seçimler, gözümüzü açıyoruz seçimler. Bizim için şimdiye kadar yaşadığımız en heyecanlı seçim dönemi oldu. Tüm sandıklar kapanmadan ilk sonuçların açıklanması yasak olduğu için günboyu tv'lerin üstünde geri sayım sayacına bakıp bir heyecan seçim sonucu izledik biz de. Artık bize ne oluyorsa.

Afrika'da malum seçimlerde pek öyle 1'den fazla aday olmuyor, sıkıyorsa olsun. Hadi bir babayiğit canina susadi "ben bu yaşıma kadar güzel güzel yaşadım artık göçsem de olur" dedi seçimlere girdi diyelim, diyelim ki seçim sonuna kadar hayatta da kaldı ve hatta seçmenlerin hepsi de kendilerinin ve ailelerinin ve kabilelerinin yeterince yaşadığını düşünüp bu adaya oy verdi, bu durumda da mevcut ve muhtemelen 100 yasindaki lider "hayır kabul etmiyorum oyların kaç çıktığı beni ilgilendirmez yine ben kazandım" der genelde. Ki biz -diğer tüm yabancılar gibi- Afrika maceramızın bütün ayaklarında her seçim öncesi birer tatillik bavul hazırlayıp (hooop içine önemli fotoğraf albümleri, manevi değeri yüksek eşyalarımızı vs'yi de koyup belli mi olur gidip de dönememek dönüp de bulamamak var) seçim günleri komşu ülkede mecburi sürgünde geçirmek zorunda kaldığımız için seçim havasına hiç giremedik.

 İsviçre'de desen, internet yoluyla oy kullanıyorsun. Zaten en son oy kullandığımız konular da şunlardı: yıllık izinler 6 haftaya çıksın mı? (İsviçreliler buna topluca hayır dedi, söylemem yersiz ben evet dedim, gün olur devran döner lazım olur) Askerler haftasonları silahlarını kışlalarında bıraksın mı? (cevap veriyorum banene) İkinci ev almak isteyenlere vergi indirimi gelsin mi? (cevap veriyorum banene) Kitap fiyatları bütün ülkede sabitlensin mi? (cevap veriyorum ucuz olacaksa evet, pahalı olacaksa hayır) Gördüğünüz üzere heyecanlanacak seçim sonuçlarını izletecek bir atraksiyon yok.

 Fakat Fransa'da mı öyle mi ya? İhanet, gözyaşı, skandal, kavga, entrika üstelik 1 seçim fiyatına 2'si bir arada (seçimler 2 turlu olduğundan dolayı). Yalan rüzgarı halt etmiş. Biliyorsunuz geçen seçimler tefrika halinde Sarkozy'nin karısının ihaneti, sonra boşanmaları, sonra onun Carla ile evlenmesi ile geçmişti.

 Bu seçimler ise sosyalistlerin yıldız adayı Dominique Strauss Kahn'ın NY'da tecavüzle suçlanmasıyla başladı. Herkesin bildiği ama kimsenin konuşmadığı rezillikler silsilesi ortalığa dökülünce, NY öncesi "zararsız flörtöz bir beyefendi" sayılan DSK bir anda "utanç verici, rezil kart zampara" ya dönüştü. Apar topar Sarkozy'nin karşısına Hollande seçildi, bir nevi sırtından iteklenerek yarışa sokuldu. İkisi de antipatiklikte birbiriyle yarışan bu 2 aday kamuoyunda bir hayli terreddüt yaratırken bu arada Sarkozy ve Carla tefrikasının 2.bölümü yani bebekleri, Hollande'ın kilo vermesi, Hollande'ın sevgilisiyle evlenip evlenmeyeceği, Eva Joly'nin ruh haline göre renkli gözlükleri, fransız islamcı terörist vs derken bir anda dün yapılan ilk tur seçimlerınde turu kaybetse de partisinin ömründe almadığı kadar en çok oyu Marine Le Pen toplayarak seçimlere imzasını attı.

 Dünya ırkçılar arası maskot yarışması düzenlense bu ünvanı en layıkıyla taşıyacak olan bu hanım seçim kampanyası süresince gözlerini berelte berelte o kadar saçma sapan şeyler sayıklıyordu ki korkmayı bırak, ciddiye alınacak tarafı yoktu oysa ki. Irkçı sayıklamalarını saklamadan, filtrelemeden paldır küldür devlet televizyonlarından kafasında kelebek tokasıyla böğürdükçe biz de hem hayretler içinde kalıyor hem de bu absürdlüğün oy toplamayacağından emin sol bloğun sempatik (biraz mahallenin yarım akıllısı kıvamında) adayına şans veriyorduk. Ne de olsa Avrupa'da ırkçılık bizdeki gibi şuursuzca ve fütursuzca ortalıklara dökülen birşey değil daha çok her yana çekilebilecek cümlelerle makyajlı sunulan, utanılacak birşeydir. Dolayısıyla aşırı sağın hiç almadığı kadar oy toplaması herkesi çok şaşırttı. Düşünün ki "Le Pen Destekçileri Vakfı" başkanı pek ünlü bir avukat bile dün TV'de "biz de çok şaşırdık bu kadarını beklemiyorduk" diyordu.

Yani özgürlük, eşitlik ve kardeşliğin ülkesi de Avrupa'da aşırı sağın koynuna giren ülkeler arasına katıldı. Her 5 kişiden biri Le Pen'e oy verdiğine göre bugün Fransa'daki tüm ofislerde de herkes birbirine bakıp "acaba o mu yoksa şu mu?" diyor olmalı. Ve biz de yavaş yavaş pılı pırtıyı toplayıp dünyanın ırkçılığın olmadığı, uzak bir köşesine hafiften uzasak mı diyoruz (öyle bir yer varsa)

16.4.12

Yaklaş ya da Yaklaşma

Accra'daki yegane supermarketlerimiz
Ülkeler arası göçebe yaşama işi deli işi. Bazen en basit sosyal kurallara baştan kodlanmanız gerekiyor. Yoksa yeni geçici evinizde, boyu bir anda uzamış da eli, kolu vücuduna göre uzun kalmış ergen gibi tuhaf kalıyorsunuz.

Az önce haftalık alışverişimi dolayısıyla pek değerli sosyolojik gözlemlerimi yaptım. Yaşlı bir madam ingilizce konuşan genç bir kadını süpermarkette nasıl davranmasını bilmediği için fransız usulü zarifçe azarlıyordu. Bebek arabası geçiş yolunu tıkıyormuş.

Birinin bir ülkede yeni olduğunu anlamanın en şüphe götürmez mekanı süpermarketlerdeki kasa kuyrukları. Müşteriler arası kişisel mesafeye bakın kim yerli kim yabancı anlarsınız. Avrupa’da genel bir zarif mesafe ölçüsü var. Ulkeden ülkeye belki birkaç milim oynar. Ama gel gelelim Afrika’da mesafe ne demek, safları sıklaştıralım. Süpermarket kuyrukları iş çıkışı taksim-sariyer minibüsleri gibi, nasıl desem, samimi!. Kafalar diğer yolcuların koltuk altında, birinin dizi diğerinin sırtından geçip midesinden çıkacak durumda..

Afrika’da tipik bir süpermarket kasa kuyruğunda kendi cüzdanin diye yanlışlıkla arkadaki tombul teyzenin cüzdanını açma ihtimali imkansız değil. Arkamda sıra bekleyen teyzenin çenesini omuzuma rahatlıkla yerleştirip aldıklarımı izlediğini bilirim. İzlemekle kalmayıp müdahale de var tabii, "onu değil öbür markayı alsaydın ya çocuğum o daha ucuzdu"!! Birkaç dakikalık kasa kuyruğunda öyle bir samimi oluyorsun ki teyzeye 'sen kek almışsın bende de çubuk kraker var hadi bari bize gidip 5 çayı yapalım' desen tuhaf kaçmaz. Teyze gelir.

Alışveriş arabasıyla popodan itilerek kasaya yönlendirilmeyi saymıyorum bile. Ama örneğin para sayarken yanılmana imkan yok, aynı teyze senin parayı seninle aynı anda sayacak yakınlıkta (ruhen ve fiziken) olduğu için «fazla saydın o son banknotu geri al» diye uyarır. Yani kim demiş personal space iyidir diye, birlikten kuvvet doğar.

Tabii öyle elinle kartının şifresini saklama derdin de yok. Arkadaki müşteriyi bir 10 dakika daha geçerse neredeyse nüfusuna aldıracaksın kartın şifresini gizlemek ne demek.

Düşündüm de bence şöyle bir iş kurmalı; farklı ülkelerde süpermarketlerde kasa kuyruklarında davranma kodları konusunda danışmanlık hizmeti. Bakın söylüyorum birgün insanlığa çok yararlı bir fikir bulacağım hepiniz şaşıracaksınız.

5.4.12

Cikolata Günleri

Multikültürel aşk, meşk, evlilik durumlarının en tatlı tarafı özel günler, bayramlar, kutlamaların bir anda 2'yle çarpılması. Bizim evde buna bir de yaşadığımız ülkelerin milli ve dini bayramlarını ekledik mi Buddha'nın doğumuna kadar yolu var bu işin. 6 mart Gana'nın bağımsızlığı, 14 temmuz Bastille günü, 1 ağustos İsviçre'nin kuruluşu bizim evde her yıl şenliklerle kutlanır.


İnsan buldumcuk gibi koca kazık yaşından sonra yeni bayramlara kavuşunca nasıl bir kutlama şevki geliyor belli değil. Örneğin biz Berki beyle bir şeker bayramı olsa da tatil olsa devrilip uyusak diye gün sayarken 'D' hayretler içinde "ama ya bayram adetleri onlara ne olacak" diye bık bık başımızı didikler.
 
Bu haftasonu da paskalya. Benim için çikolata bayramı. Hızlı trenimize atlayıp İsviçre'ye göl kıyısındaki güzel eve gideceğiz pamukbabayı ve anneyi görmeye. Ben istiyorum ki kusana kadar çikolata yiyeyim, hep beraber oturup paskalya yumurtaları boyayalım sonra o yumurtaları tokuşturalım bakalım kiminki kırılmayacak, sonra tekrar çikolata yiyelim, sonra evin içi olsun bahçe olsun paskalya yumurtası saklayıp onları arayalım bulalım, yumurtayı bulan yine çikolata yesin, bahçede tavşanlar koşsun, onlar koşarken biz çikolata yiyelim vs.

Rüyamda belki! 'D'lerin aile evinde kutlamalar lordlar kabinesi oturumu gibi. Herkes siyahlarını giysin gelsin, yumurta mı? Ay yok kolestrol şekerim. Bahçede yumurta avı mı? Çocuk muyuz biz? Çikolata mı? Evet işte o olabilir makul miktarlarda. Makul miktar dediğimiz bir kare %70 kakaolu bitter çikolataysa oldu olacak o da kalsın bari. 

Çikolata konusunda tek müttefikim pamukbaba, beni birtek o anlıyor. Onun garajda gizli bir çikolata zulası var, sinsice evden süzülerek bata çıka çikolata yiyebiliyoruz. Ama bu yıl pamukbaba ayağından bir ameliyat geçirdi ve aylardır ayağı askıda, tek başına çikolata stoğumuzu doldurmaya gidemedi. Pamukbabayla yoğun sms trafiğindeyiz, çikolata krizine çözüm arıyoruz.

Cumaya kadar eve kaçak çikolata, şekerleme sokmanın yollarını bulmalıyım. 'D'ye hiç güvenmiyorum beni ele verebilir.

Herkese tatlı, mutlu paskalyalar

2.4.12

Mahallemizi Tanıyalım

bizim mahalle

Paris'te oturduğumuz mahalleden Türk dizi endüstrisine acaip malzeme çıkar. Afrika'nın yüksek duvarlı, korumalı sitelerinden sonra ne mutluluk bilemezsiniz. Herkes herkesi tanıyor. Hem de ismen. Pastanenin sahibi her sabah alacaklarımızı daha biz gelmeden hazır ediyor, kuru temizlemeci birkaç gün görünmezsek endişeleniyor, bistronun sahibi "siz onu sevmezsiniz bunu yiyin" diye yemek öneriyor, D çöpü çıkarırken bazen bistronun sahibiyle birer bira içiyor, kuaför "saçının kesim zamanı geldi" diye karşı kaldırımdan sesleniyor, 1.kattaki yaşlıca madam "bugün jogginge çıkmayın lütfen hava çok sıcak olacakmış" diye uyarıyor, spor salonundaki hocamız pastaneden aldıklarımızı dakika dakika görüyor (bu dandik bir durum tabii)

Tipik bir Paris mahallesinin olmazsa olmazı 2 de içkicimiz var mesela, parkın tam köşesini mesken tutmuş. Onlar oradayken pek rahat uyuyoruz. Şöyle ki bizim içkiciler sabaha kadar alem, şarkı, gelsin şarap, gitsin şarap (Fransa'dayız tabii ki içkiciler de güzel bordeaux'dan başka birşey içmeyecek). Sesleri biraz bet ama onlar oradayken hırsız falan giremez binaya. Bütün gece içtikleri için bütün gün uyuyorlar, eh gündüzleri onlar uyurken güvenlikleri de bizden sorulur tabii.

Bunları şunun için anlatıyorum; mahallemizin bir de yarım akıllısı var. Her sabah gelip marketin önüne portatif kamp sandalyesini kuruyor. Mahalledeki herkesi tanıyor. Geçenlere "evet bakayım sen geç sen burdansın, sen dur seni tanımıyorum para ver, sen dün vermiştin bugün vermesen de olur, dostum sen 1 haftadır para vermedin elini cebine atsan diyorum, sen verme senin paran yok gibi, sen dur 2 lafın belini bükelim" diye kişiye özel laf atıyor. Tabii ki ara ara o uygun gördükçe parasını veriyoruz. Bizim portatif sandalyeli deli dumrul bütün kış yerinde yoktu. Onun yerinde bir evsiz oturdu aylardır. Aylar sonra bugün ilk defa gördüm. Hemen selamlaştık tabii. Dedim neredesiniz aylardır? Havalar ısınana kadar yerimi o evsize devretmiştim artık bahar geldiği için yeniden yerime yerleştim ama akşamları uyumaya gelebilir o yine de buraya dedi.Sonra da hadi bugün para verme sen ilk gün herkese geçiş bedava benden dedi. Nasıl ama? Almanya'dan oğlum geliyor çık formulü cadde üstü nokta devir teslimi. Ben bu Paris'i ve çok renkli Parizyenleri seviyorum.