12.9.13

Defol Git Vatan Haini!


Çok aşık oluyorsun, gözün hiçbir şeyi görmüyor, sevdiğin adamın koluna sıkı sıkı tutunuyorsun, macera diyorlar “bana ne” diyorsun, o kadar okudun diyorlar “bana ne” diyorsun, ne güzel kariyer yapıyorsun diyorlar “gidicem ulan” diyorsun. 

Bavulu yapıyorsun, kapısı kilitli konteynere son parça eşyayı ittire ittire sığdırıyorsun, tek gidiş bileti zaten almışsın, yola çıkıyorsun. Havaalanı yolunda böğürerek ağlıyorsun o ayrı, o kadar ağlıyorsun ki pasaport polisi “hanımefendi zorla kaçırılıyor falansanız söyleyin” diyor, sümüklerini çeke çeke yok diyorsun, kendi rızamla gidiyorum. 

Gidiyorsun.

Gitmek buysa, tek gidişlik biletle yola çıkmaksa gidiyorsun. Ama sonra bir sabah göl kenarında kuğuları izlerken İsviçreli bir arkadaşından gelen telefonla tüm aile fertlerinin her gün gelip geçtiği yolda bombalı saldırı olduğunu öğreniyorsun. Eve nasıl koştuğunu, numaraları nasıl çevirdiğini bilmiyorsun, Yakınlarının iyi olduğunu öğrenene kadar hayatının en uzun dakikalarını geçiriyorsun.

Her sabah ülkede asayiş berkemal mi diye takip etmekten, olan bitenden öyle çabuk haberdar oluyorsun ki kardeşin “CIA’de işe falan mı girdin” diye dalga geçiyor.

Çok başka, çok uzak bir kıtada, Afrika’da bir komşunun evinde aylak aylak kahve içerken CNN’den Hrant Dink’in vurulduğunu öğreniyorsun. Gözyaşlarını tutamıyor, komşunun anlamadığı dilde, canın yanınca başka dilde konuşamadığın için kendi dilinde “yeter” diye diye ağlıyorsun. 

Paris’te mutlu bir sabaha uyanıyorsun, Van depreminin haberini alıyorsun. Elinden ne gelebilirse onu yapabilmek için hem telefona, hem internete, hem televizyona aynı anda saldırıyorsun. 

Roboski’de öldürülenlerin yasını uzaktan tutuyorsun ama tutuyorsun. Birisi dangalak bir yazı yazıyor, sen de uzaktan küfrediyorsun.

Afrika’da ayrımcılığa karşı yürüyenlerin yanında yürüyorsun ama kendi ülkende ezilen insanlar aklında öyle yürüyorsun. Paris’te eşcinsel evlilik için yürüyorsun ama kendi ülkendeki LGBT’lerin hakları için avaz avaz bağırarak yürüyorsun. 1 mayıs yürüyüşlerine katılıyorsun, kendi ülkendeki adaletsiz ve ilkel çalışma koşulları yüzünden can verenler için, çocuk işçiler için kaldırımları dövüyorsun.

Kaybettiğin yakınların oluyor, uzaktasın diye senden saklıyorlar, saklanan haberlere karşı bir alarm geliştiriyor kulakların, anlıyorsun, biliyorsun.

Her sabah elinde telefon tanıyıp da sevdiğin ya da tanımadan sevdiğin dostların direnişten sağ salim dönmüşler mi diye bir bir kontrol ediyorsun. Sabahlara kadar tırnaklarını bileklerine kadar yiyerek gözün ekranda, kalbin kulaklarında haber almaya çalışıyorsun.

Bir kardeşim var, yaşanmaz o ülkede yanıma gelse keşke diyorsun. Sonra genç çocukların ölüm haberleri geliyor, kardeşlerin 6 oluyor, binlerce oluyor, direne direne yaşayacağız, başka çaresi yok diyorsun.

Gencecik bir hakim adayının iftiralarla meslektan atılmaya dayanamadığı için intihar ettiğini öğreniyorsun. Öfkeden ve üzüntüden deliye dönüyorsun.

Testler çözüyoruz, hepimiz kuzey Avrupa ülkelerinin vatandaşı çıkıyoruz, hayaller kuruyoruz, ıssız adalar arıyoruz ama sonra hep bir ağızdan direniyoruz.

Otomatiğe bağlanmış internet hesaplarından, otomatiğe bağlanmış beyinlerden “defol git vatan haini” mesajları geliyor hepimize, herkese. Gitmekle gidiliyormuş gibi, gitmek kolaymış gibi, gidince geride bıraktığını düşünmüyormuşsun gibi...

Bu kadar kolaylıkla “defol git o zaman” diye bağırarak yazanlar var ya, yazdıklarını okurken suratlarının kötücül ifadesini görebiliyorsun, irkiliyorsun, bu insanlarla vapurda, markette, yolda karşılaşıyoruz, birarada nasıl yaşıyoruz diye dehşete kapılıyorsun. İşte asıl gitmeyi isteyenler onlar gibi geliyor bana. Yoksa öyle diyemezlerdi.

Tek gidişlik bilet almak ve yola çıkmaksa gitmek, gidiyorsun. Ama gitsen de kalıyorsun.
Çıktığın yolda, gittiğin yerde çok mutlu olsan da kalıyorsun. Çünkü gitmek böyle bir şey, gitmekle gidilmiyor.