21.11.13

Yeni Bir Vaftiz Çocuk Vakası (Bu Seferkini Yerim) (İyi Anlamda Yerim)


Başımdan geçen tatsız bir “vaftiz annelik” tecrübesi var, bilenler bilir. Kendisine kısaca Chucky dediğimiz ilk vaftiz oğlumuz, büyüyünce seri katil olacak gibi duruyor. Şimdilik sadece küçük kız çocuklarını yere itip sonra tam mide boşluklarında zıplamak suretiyle ağlatmak, evin köpeğinin kuyruğunu, tavşanının kulağını kesmeye teşebbüs, çikolata uzattığım elimi ısırmak suretiyle koparma girişimi ve yoldan geçenlere “uuuu seksi” diyerek taciz etme ile eylemlerini sınırlandırıyor. Henüz 3 yaşında.

Ben papa’ya mektup yazıp vaftiz annelik kurumunun kurallarını değiştirsin, mesela ilk 3 ay deneme süresi olsun, vaftiz çocuk ve vaftiz anne anlaşamazlarsa karşılıklı, dostça el sıkışarak ayrılabilsinler (vaftiz hediyeleri çocukta kalabilir) önerisi getirmeyi, eğer değiştiremiyorsa acaba kurumu tümden ortadan kaldırabilir mi diye sormayı, eğer bunu da yapamıyorsa hani 2000 yıllık falan gelenek biraz zor olabilir tabii, en azından benim vaftiz çocuğu değiştirebilir mi diye rica etmeyi düşünürken... 

Çok sevdiğimiz arkadaşlarımız, laf olsun diye değil hakikaten kardeşim gibi olan Meksikalı dostlarımız yeni doğmuş oğullarının vaftiz anne ve babası olur muyuz diye sordular. (Anladınız yakında Meksika seyahat yazıları geliyor)

Bu sorunun üzerine, elimde bir Chucky tecrübesi olduğu için uzun uzun düşündüğümü varsayıyor olmalısınız. Hı Hı evet çok uzun düşündüm, henüz cümle tamamlanmadan ben evet demiştim bile. 

Ama bu kez farklı. Bu kez vaftiz oğlum tamamen kafa dengi ve büyüdüğü zaman çok eğleneceğiz. Şimdilik eğlence suratıma meyve püresi püskürtmesiyle sınırlı olduğu için biraz beklemeliyiz. 

6 aylık bebeğin kafa dengi olup olmadığını nereden anladın derseniz, bir kere sabah erken kalkmayı sevmiyor, tek bir ayakkabıyla 2,5 saat oyalanabiliyor ve espri anlayışı şimdiden çok gelişmiş.

Espri anlayışının gelişmiş olduğunu anladığım an, kilisede tam kafasına kutsanmış su döküldüğü anda yüzünde beliren huşu içindeki ifadeyi ben “bebeklerin algısı açık derler demek şu an hakikaten manevi bir şeyler hissediyor” diye değerlendirirken, sağ kolumda “pat pat pat pat” efektli kuvvetli bir doldurma aktivisitesi hissetmiş olmama bağlıyorum. Kabul edin müthiş zamanlama.

Marçuko’nun vaftiz annesi ve babası olmayı biz düşünmeden kabul ettik ama pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da katolik kilisesi ile ayrı fikirleri paylaşmıyorduk. Şöyle ki Meksika katolik kilisesi, bir protestan olan D’nin vaftizini bile tanımıyorken beni isterseniz hiç karıştırmayın bile. 

Arkadaşlarımız da öyle yapmış. Vaftizin yapılacağı kilisenin admin işlerini yürüten kişi, vaftiz anne ve baba katolik tabii değil mi deyince arkadaşlarımız “tabii caaanım” diyerek cevap vermişler. Kilise yetkilisi bizimle vaftizden önce görüşmek isteyince de bizim yerimize Meksikalı bir adam ve kadını görüşmeye sokup imza attırmışlar!

Durum böyle olunca bize de “olur da rahip İsviçre’de nerede evlendiniz derse katolik bir kanton adı verin, nasılsa tüm evraklarınız fransızca ve almanca olduğu için anlamıyorlar” dediler. Bunun üzerine biz D’yle kanton seçmek konusunda epey hararetle tartıştık. Avuç içi kadar ülkeden D’ye kanton beğendirmem epey zor oldu. Çünkü ülkenin bütün kantonlarının birbiriyle bir problemi var. İsviçre’nin nasıl bir arada yaşadığı uzaylılar tarafından araştırılması gereken bir konu. Sonunda Saint Gall’da karar kıldık, çünkü adının içinde de “saint” geçtiği için bence gayet dini bütün bir kanton etkisi yaratıyordu.

Vaftiz töreni tamamen İspanyolca olduğu için, anlamadığımız bir sürü şeye “si padre” demek suretiyle bir sürü şeye söz vermiş olduk. Rahip orada “işinizi bırakıp papua yeni gine’ye yerleşeceksiniz kabul ediyor musunuz” dese biz kendimizden çok emin bir halde “si padre” demiş olabiliriz. Fakat özgüvenli duruşumuz işe yaradı ve kimse anlamadan Marçuko kapı gibi vaftiz sertifikasını aldı.

Konuşmaların anladığım kısmında rahiple kesinlikle aynı fikirde olmadığım bir kaç nokta vardı ama vaftiz töreninden kovulmamak için o anlık susmanın daha isabetli bir karar olacağını düşündüm. Tören sonrası beni dinleme gafletinde bulunan herkese fikirlerimi uzun uzun anlatmayı ihmal etmedim. Anladılar mı emin değilim çünkü bütün konuklar sadece İspanyolca konuşabiliyordu.

Marçuko’nun gerçek ismini -tam adı Marcelo Vizcenzo Rigoletto D'aguro Brancalioni Soyadı Soyadı- bir defada doğru söyleyebilme ve İspanyolca konuşma yapma kısımlarından da alnımızın akıyla çıktığımızı belirtmeden yazıyı bitiremeyeceğim. 

NOT: Chucky’nin gerçek adını vermiyorum çünkü google translate diye bir şey var ve dediğim gibi seri katile evrilme potansiyeli olan bir insan ve insanlar üzerindeki ilk deneyini benimle yapmasına çok sıcak bakmıyorum


NOT2: Çocuklarının sevimli/sevimsiz resimlerini tüm platformlarda paylaşan hormondan aklını ve tarafsız bakışını yitirmiş kadınlara benzemek üzereyim, eğer vaftiz annelik hormonu diye birşey varsa sanırım bende o hormon tavan yaptı çünkü her yeri Marçuko resmiyle donatmak istiyorum, dünyanın en güzel bebeği olduğunu düşünüyorum, resimdeki ayaklara hasta olan bir tek ben olamam değil mi?

5.11.13

500 yıl, 300 yıl, 13 kuşak...

Küçük köyün biraz dışında, yeşilliklerin içinde duran binanın kapısından girerken herhalde danışmaya sormalıyız diye kendi aramızda konuşuyorduk. Oysa içeri girer girmez onu gördük, bekleme salonunda oturmuş torununun gelip noel için onu aile evine, yemeğe götürmesini bekliyordu. Yine ütüsünü atlamadan giyinmiş, kusursuz traş olmuştu. 

Büyükamca Hans 94 yaşındaydı. Son zamanlarda artık aklı karışmaya başlamıştı, 2 yıl öncesine kadar huzurevi çalışanlarının çocuklarına verdiği matematik derslerini kesmişti, son bir kaç aydır da kitap ve gazetelerine odaklanamadığından yakınıyordu. Birbirimizi düzenli göremediğimiz için bizi tanımayacağını düşünüp aklını daha da karıştırmamak için yanına yaklaşırken önden D’nin gitmesini bekledim, anladığı dilde çocukluktan beri tanıdığı biriyle ilk cümleyi kurması kolay olabilirdi. Ama biz daha yanına yaklaşırken bizi farketti, 10 yıl önce ilk tanıdığım zamana göre çok daha yavaş hareketlerle yerinden kalkıp bana sarıldı. Anlamadığım dilde, “iyi ki geldiniz, bana ne güzel sürpriz oldu” dedi, anladım.

O bana, huzurevi yemekleri fena değil diyordu, ben ona evet evet bu kış kar erken geldi. O bana artık gazete okuyamıyorum diyordu ben ona sana kitap getirdik hala okuyorsun değil mi. O bana yürüyüşe de çıkmıyorum artık diyordu ben ona evet noel zamanı çok çikolata yeniyor. O bana yine gel diyordu ben ona noel için buradayız. Onun konuştuğu dili ben konuşamıyordum, benim konuştuğum dili o konuşamıyordu ama biz 10 yıldır çok güzel anlaşıyorduk. Bazen dil bilmeden, kan bağı olmadan daha iyi anlar insanlar birbirlerini, daha çok severler. İki dili de anlayanların çok güldüğü diyaloglarımız oluyordu, olsundu.

Tam 1 yıl sonra, 95 yaşında, 90 yıldır okumaktan yorgun düşen gözlerini uzun süre dinlenmek için kapattı. Meleklere matematik dersi vermeye gitti. New York’taydık, törene gidemedik. 

Bu haftasonu 2 kişilik ailemizin İsviçre ayağı bir doğumgünü bahanesiyle bir araya geldi. Hans’ın gelini 60 yaşına giriyordu ve doğumgününde Hans’ı da anmak istemişti. Toplandığımız restoran Hans ve karısının 70 yıl önce evlendikleri yerdi. Tek çocuklarının vaftiz yemeği de orada yenmiş, gelin aileye orada tanıştırılmış, sonra yıllarca tek torunuyla ayda bir kez orada yemekte buluşmuş. Huzurevinden trenle gitmesi kolay oluyormuş.

500 yıllık bir restoranmış. Ve 300 yıldır aynı aile işletiyormuş. Bu haftasonu bize restoranın tarihini anlatan genç kadın ailenin 13.kuşak temsilcisiymiş. Benim 500 yıl mı? Doğru mu anladım 300 yıl mı? Nasıl yani 13.kuşak mı? diye diye tekrar tekrar sormama rağmen - anlamadığım dili anladığımdan emin olmak için- İsviçreliler çok da tuhaf bulmuyorlar. Neredeyse bütün aileler 500 yıl öncesine zahmetsiz gidebiliyor. Bizim gibi ailelerin tarihinin 3 kuşaktan ileriye gidemediği ülkelerin insanları için ne tuhaf. Yunanistan’da kalan bir çiftlik, babamla her anlattığında çok güldüğümüz Bulgaristan’da askerlerin evi basmasını büyük büyük ninenin anlatış şekli, diğer tarafta ailesiyle küsüp tüm bağlarını kopardığını söyleyen bir büyük büyük dede. Detaylar yok, detayları bilenler de çoktan gitmiş. 

Ne unutulmuş, kayda geçmemiş, unutulmaya zorlanmış, değiştirilmeye zorlanmış hikayeler var bu ülkenin geçmişinde, kimisi ürkekçe nesiller sonra ortaya çıkıyor, kimisi yaşlı bir insanın sırrı olarak çoktan gömülmüş, hiç günışığına çıkmamak üzere...


300 yıllık restoranda, 95 yıl yaşamış bir aile büyüğünün anısına kadeh kaldırıyoruz. Aynı dili konuşup da birbirlerini anlamayan insanlara uzaktan bakarak...