5.11.13

500 yıl, 300 yıl, 13 kuşak...

Küçük köyün biraz dışında, yeşilliklerin içinde duran binanın kapısından girerken herhalde danışmaya sormalıyız diye kendi aramızda konuşuyorduk. Oysa içeri girer girmez onu gördük, bekleme salonunda oturmuş torununun gelip noel için onu aile evine, yemeğe götürmesini bekliyordu. Yine ütüsünü atlamadan giyinmiş, kusursuz traş olmuştu. 

Büyükamca Hans 94 yaşındaydı. Son zamanlarda artık aklı karışmaya başlamıştı, 2 yıl öncesine kadar huzurevi çalışanlarının çocuklarına verdiği matematik derslerini kesmişti, son bir kaç aydır da kitap ve gazetelerine odaklanamadığından yakınıyordu. Birbirimizi düzenli göremediğimiz için bizi tanımayacağını düşünüp aklını daha da karıştırmamak için yanına yaklaşırken önden D’nin gitmesini bekledim, anladığı dilde çocukluktan beri tanıdığı biriyle ilk cümleyi kurması kolay olabilirdi. Ama biz daha yanına yaklaşırken bizi farketti, 10 yıl önce ilk tanıdığım zamana göre çok daha yavaş hareketlerle yerinden kalkıp bana sarıldı. Anlamadığım dilde, “iyi ki geldiniz, bana ne güzel sürpriz oldu” dedi, anladım.

O bana, huzurevi yemekleri fena değil diyordu, ben ona evet evet bu kış kar erken geldi. O bana artık gazete okuyamıyorum diyordu ben ona sana kitap getirdik hala okuyorsun değil mi. O bana yürüyüşe de çıkmıyorum artık diyordu ben ona evet noel zamanı çok çikolata yeniyor. O bana yine gel diyordu ben ona noel için buradayız. Onun konuştuğu dili ben konuşamıyordum, benim konuştuğum dili o konuşamıyordu ama biz 10 yıldır çok güzel anlaşıyorduk. Bazen dil bilmeden, kan bağı olmadan daha iyi anlar insanlar birbirlerini, daha çok severler. İki dili de anlayanların çok güldüğü diyaloglarımız oluyordu, olsundu.

Tam 1 yıl sonra, 95 yaşında, 90 yıldır okumaktan yorgun düşen gözlerini uzun süre dinlenmek için kapattı. Meleklere matematik dersi vermeye gitti. New York’taydık, törene gidemedik. 

Bu haftasonu 2 kişilik ailemizin İsviçre ayağı bir doğumgünü bahanesiyle bir araya geldi. Hans’ın gelini 60 yaşına giriyordu ve doğumgününde Hans’ı da anmak istemişti. Toplandığımız restoran Hans ve karısının 70 yıl önce evlendikleri yerdi. Tek çocuklarının vaftiz yemeği de orada yenmiş, gelin aileye orada tanıştırılmış, sonra yıllarca tek torunuyla ayda bir kez orada yemekte buluşmuş. Huzurevinden trenle gitmesi kolay oluyormuş.

500 yıllık bir restoranmış. Ve 300 yıldır aynı aile işletiyormuş. Bu haftasonu bize restoranın tarihini anlatan genç kadın ailenin 13.kuşak temsilcisiymiş. Benim 500 yıl mı? Doğru mu anladım 300 yıl mı? Nasıl yani 13.kuşak mı? diye diye tekrar tekrar sormama rağmen - anlamadığım dili anladığımdan emin olmak için- İsviçreliler çok da tuhaf bulmuyorlar. Neredeyse bütün aileler 500 yıl öncesine zahmetsiz gidebiliyor. Bizim gibi ailelerin tarihinin 3 kuşaktan ileriye gidemediği ülkelerin insanları için ne tuhaf. Yunanistan’da kalan bir çiftlik, babamla her anlattığında çok güldüğümüz Bulgaristan’da askerlerin evi basmasını büyük büyük ninenin anlatış şekli, diğer tarafta ailesiyle küsüp tüm bağlarını kopardığını söyleyen bir büyük büyük dede. Detaylar yok, detayları bilenler de çoktan gitmiş. 

Ne unutulmuş, kayda geçmemiş, unutulmaya zorlanmış, değiştirilmeye zorlanmış hikayeler var bu ülkenin geçmişinde, kimisi ürkekçe nesiller sonra ortaya çıkıyor, kimisi yaşlı bir insanın sırrı olarak çoktan gömülmüş, hiç günışığına çıkmamak üzere...


300 yıllık restoranda, 95 yıl yaşamış bir aile büyüğünün anısına kadeh kaldırıyoruz. Aynı dili konuşup da birbirlerini anlamayan insanlara uzaktan bakarak... 

No comments:

Post a Comment