30.11.10

To Shop or Not To Shop - Bölüm 2


"Kente" iste boyle bir kumas

Nerede kalmistik? Afrika usulü alisveris diyorduk di mi? Özellikle Gana’da “kente” denilen özel el dokumasi kumaslari çok özel -ki deliye baglayip boy boy almisligim vardir - . Farkli kabilelerin farkli dokuma stilleri ve kullanim amaçlari var. Eskiden Ashanti krallarinin kiyafetleri için kullanilan dokuma stili mesela bugün yabancilar arasinda masa örtüsü ya da yatak örtüsü olarak çok ragbet görüyor. Kentenizi almak için çogunlukla dokumacilarin çalistigi yere gitmeniz ve pazarlik etmeniz gerekiyor ama benim favorim Mister Bobo idi.

Mr Bobo - her ne kadar adi bir cizgi film kahramanini cagristirsa da - Afrika standartlarina göre oldukça yasli (50+) cok iyi bir kente tüccari. Gana – Togo sinirinda oturuyor ve ailecek kente dokuyorlar. Her Çarsamba Mr Bobo sabah saat 4’te arabasiyla yola çikiyor. Her tarafi ayri tingirdayan arabasi her yolculukta mutlaka bozuluyor ama Mr Bobo kendi arabasini yolboyu bozuldukca kendi tamir ede ede Accra’ya ulasiyor. Ve ev ev gezerek bir hafta öncesinin siparislerini dagitiyor. Bir defasinda Mr Bobo’ya siparis ettigimiz masa örtüsünü makinede yikayip yikayamayacagimizi sordum. Bana kizdi, ters ters bakti ve “ben nerden bileyim benim çamasir makinem yok ki” dedi. Afrikalilarin böyle mantikli bilgelikleri var ve çogu zaman kendinizi hakikaten moron hissediyorsunuz.



Orta ve alt gelirli -yani Afrika nüfusunun büyük çogunlugu- bir Afrika ailesinin evinde çamasir makinesi, buzdolabi ve televizyon yoktur. Bulasik makinesi mi? Saka mi?O bizim evde de yoktu. Çamasirlar özellikle Pazar günleri yakindaki bir nehir ya da gölde yikanir ya da eve tasinan bir kova suda. (ayni su birikintisinde sebzeler de, altina dolduran çocugun totosu de yikanir ama simdi bu konumuz degil) Ayni çamasirlar genellikle otoyol kenarina serilip kurutulur. Birisi bana bunun mantiginin geçen arabalarin rüzgariyla çamasirlar
çamasir degil bu defa yiyecegini yikiyor
in daha çabuk kurumasi oldugunu açikladi. Ayni mantikla aslinda yeni yikamis çamasirlar egzost dumani, toz toprak içinde kaliyor tabii... Buzdolabinin yoklugu ise yemek saklanmamasi ve yiyeceklerin günlük alinmasi ile çözülüyor. Pazar gününden bir haftalik zeytinyagli yaptim sekerim yok yani. Haliyle haftalik market alisverisi de yok.

Kendini akilli sanan bir cin fikirli olarak ilk zamanlarda yardimcimi - Vida'yla ilerideki bir yazida detaylica tanisacaksiniz - pazara gönderiyordum. Aklimca Vida benden daha ucuza alacak. Ama tabii Afrikali pazarcilar benden daha cin. Vida 3 kilo domates, 2 kilo elma, 1 kilo muz alinca “obruni” (Gana dilinde beyaz adam demek) bir aile için alisveris yaptigini hemen anliyorlardi - sonuc fiyatlarin tavana vurmasi -. 
Afrika'ya yeni tasinan bütün amatörlerin ortak hatasi, ilk günlerinde mutlaka süper marketten kiraz, kavun, çilek gibi “egzotik” meyve satin almalari (evimizi özlüyoruz ya halbuki evinde de ananasa veriyorsun dünyanin parasini totonu kirip yesene ananaslari di mi?-. Ben Gana’ya tasindigimiz ilk hafta küçük bir kavuna 15 dolar ödemistim düsündükçe hala içim yanar. (sshh "D" bu detayi bilmiyor söylemeyin tamam mi?) 


Togo - Gana arasi sinirda mal tasima

Özetle: Eger bir Gana'ya tasinirsaniz kavun almayin, kente alin. Yerli halka da çamasir makinesinde yikanir mi diye abuk subuk sorular sormayin insanlarin asabini bozmayin. Illa da yumusak tuvalet kagidi istiyorsaniz yaninizda getirin ve de hala fildisi satan Cinlilerden de uzak durun.

28.11.10

To Shop Or Not To Shop - Bölüm 1


Yandaki pastaneden bir ekler bir de milföy aldik, kahvelerimizi de yaptik camin önüne gecip geleni geceni seyredip sosyal antropoliji bilimine kisisel gözlemlerimizle katkida bulunuyoruz. Bizim ev Paris’in islek bir caddesinde, bir sürü cafe, bistrot ve magazanin arasinda. Cumartesileri hep kalabalik olur ama simdi noel’e 1 ay kala iyice kalabalik. Paris’in yüzölçümü bütün bu insanlara yetmiyor. Bir de üstüne her parisli basina 1 turist düsünce , bizdeki gibi daga tasa genisleyip sehri küçük bir ülke kivamina da getirmedikleri için böyle dirsek dirsege itis kakis yasiyorlar.
palmiye yagi saticilari
Paris’te alisveris yapmak güzel tabii güzel olmasina da geldigimiz ilk sene benim bünyemde ciddi dalgalanmalar yaratti. Hani rejim yapar yapar 3 hafta hic tatli yemezsiniz sonra birgün caniniza tak eder delilik hali gelir ve buldugunuz abuk subuk ne varsa yersiniz ya iste 5 yil Afrika’da yasadiktan sonra bende de böyle bir zincirinden bosanma hali oldu. Afrika’da bir buldugunuzu 1 hafta sonra bulma garantiniz olmadigi için örnegin sans eseri bildiginiz bir marka makarna markete geldi diyelim marketin bütün stogunu alip evde depoluyorduk. Bu durumlarda gerçek arkadaslar da ortaya çikiyor, kimisi hemen arkadaslarina da mesaj atip hazineyi haber veriyor ve market 15 dakika içinde ciplerini yola sipitip atmis, gözü dönmüs bir kadin toplulugunun istilasina ugruyor. Kimisi de hazineyi tamamen kendisine saklayip kocasina falan da kimseye agzindan kacirmamasi icin tembih ediyor. Kus gribi sirasinda yasadigimiz tavuk barbarligini anlatmaya kelimeler bulamiyorum. Avrupa’dan limitli mal getiren mini marketler el altindan tavuk satiyordu ucmus fiyatlara. Neredeyse misafirlige giderken orijini belli tavuk budu getirmek en makbule geçen hediye haline gelmisti. (yeri yurdu belli tavuk!)

Paris’i, Accra, Dakar ve Abidjan ile alisveris acisindan karsilastirmak da biraz absurd oldu aslinda. Ama Paris’in Rue du Faubourg st Honoré’si varsa Dior, Chanel, Hermes’in yanyana siralandigi, Accra’nin da Makola’si var Cin’den gelen plastik ayakkabilarin üst üste yigildigi. Ayrica Makola’da kafaniz kadar salyangozlardan tutun voodoo fetis malzemelerine –diyelim ki sevgilinize gözü sizden baska kimseyi görmesin büyüsü yapacaksiniz bunun için gerekli yarasa tozunu Pariste nerede bulacaksiniz sorarim size- ya da taklidinin taklidi vuitton çantalara kadar ne hazineler sakli. Gerisi pazarlik ve hayal gücünüze kalmis.
Çok ilginç bir sekilde Afrika bir yandan egzotik alisveris için mutlaka görülmesi gereken bir yerken diger yandan Afrika’da yasamaya karar verdiyseniz yaninizda asla akil edemeyeceginiz gündelik bir sürü ivir ziviri getirmeniz gerekiyor. Bir süre sonra tuvalet kagidinin aile bütçesi planlamasinda lüks tüketim malzemesi sinifina girmesine kanli gözyaslari döküyorsunuz. Benim valizimin geri dönüslerde kereviz, domates, göbek salata gibi tasinmasi anlamsiz malzemeleri gördügü cok olmustur. Dili olsa da anlatsa...

Afrika’da alisveris deyince sizin akliniza ne geliyor bilmiyorum ama örnegin benim anneannemin aklina fildisi sehpa geldi ilk olarak. Tabii artik fildisi yasadisi -oysa bütün yasalarin bir fiyati vardir bebegim- hadi biz ona daha çok “vicdan disi” diyelim. Bati Afrika’da zaten fil kalmamis ki disi kalsin hayvancagizin. Ironik ama ulkenin adi Fildisi Sahili ve sembolu de bayragindaki fil iken, Fildisi Sahili’nde yasayan bir tek fil yok. Neyse bu konu üzücü onu bir kenara ya da Afrika'yi istila etmis Cinli tüccarlarin vicdanina birakalim simdilik. Ama hediyelik esya alisverisi için Afrika müthis. Tropik Afrika yagmur ormanlari açisindan çok zengin-idi bir zamanlar- artik bütün agaçlar çakma antika maske, minik orangutan heykelcikleri vs yapmak adina kesildigi için ne yagmur ne de yagmur ormani kalmis durumda özellikle Bati Afrika’da. Ama ahsap mobilyalari görmenizi isterim dogrusu. Hepsi de birbirinden güzel (zevkler ve renkler tartisilmazzz). Üstelik sudan ucuz. Sorun su ki, diyelim mobilyanizin modelini begendiniz agacinizin cinsini rengini vs sectiniz. Siparisinizi de verdiniz, bir kere o siparise kavusmak için en az 3 ay beklemeniz gerek. Marangozunuzu her aradiginizda birbirinden yaratici bahanelerle karsilasacaksiniz.
Dakar'da bir sahte Nescafe saticisi

Önce ahsap yas ile baslayacaklar sonra “lütfen Madam haftaya” diyecekler, sonra tasimada bir sorun çikmis olacak bütün olasi sorunlar sayildiktan sonra bu defa telefonu açan marangozunuz o degil de baskasiymis gibi konusacak sizinle. Yine de sabrinizi yitirmemelisiniz Afrika zamanlamasi bizimkinden çok farkli olabilir (Afrika'da ne zaman geleceksiniz sorusunun cevabi "geldigim zaman gelecegim") yine de er ya da geç mutlaka isler bitirilir. Sonunda kavustugunuz mobilyaniz – marangoz mutlaka ve mutlaka tekrar tekrar islemden geçirdigini iddia etse de – ya henüz daha Afrika’dayken böceklenecek ve içten içe kendini -gerçek anlamiyla- yiyip bitirecek ve bir gün kendinizi kibarca poponuzun üstüne düsmüs bulacaksiniz (mobilyanizin ne olduguna bagli olarak buradaki sonuclari genisletebiliriz, yataktan düsme, evlilik hediyesi porselen yemek takiminizin tuzla buz olmasi vs gibi.)

plajda balik alisverisi

Ben bir defa cok dekoratif hindistan cevizi agacindan yapilmis ahsap kaseler aldim ve meze tabagi olarak kullanmaya karar verdim. İlk kullanisimda soslu patlicani koydugum çok dekoratif hindistan cevizi kasem ortadan ikiye ayrildi ve hem mezem hem kasem hem masa örtüm hem de misafirimin beyaz pantalonu kullanim disi kaldi) ya da mobilyaniz Afrika ömrünü basariyla tamamlayacak ama konteynere koyup da beraberinizde Türkiye’ye getirdiginizde iklim degisikligine dayanmayip çürüyüp bozulacak ve elinizde hiçbir isinize yaramayan odun parçalariyla kala kalmis olacaksiniz (kestiginiz yagmur ormani da vicdaniniza ek yük olacak bu arada) yani uzun lafin kisasi küresel ekonomide ucuz ve kaliteli mal diye birsey yok ucuz ve kalitesiz mal ise bol miktarda var. Bu da bizim ekonomi kuramina katkimiz olsun.

PS: haftaya to shop or not shop bölüm 2...






25.11.10

HEY TAKSI

Paris taksi sehri degil. Ayaklarin patlayana kadar yürüme sehri. (bkz. Fransizlar bu kadar tereyagi yemege nasil zayif kalabiliyorlar geyigi). Ama ben Fransiz degilim, yoruluyorum, ayrica croissantlari da biraz abartirsam kilo da aliyorum. Bugün taksiye bindim. Taxi parisien’lerin büyük cogunlugu gibi benim taksinin de soförü Afrikaliydi. Konustuk Mali’denmis. Kan cekiyor beni böyle durumlarda pek muhabbet ediyorum. « Madame aksaniniz cok komik » dedi bana cok cok agir bir Mali aksaniyla. Gülmekten taksiden düsüyordum.
Benim kisisel Afrika serüvenim taksi hikayeleriyle dolu. Elbetteki çogunlugu çok çok eski otomobiller ve çogunun soförünün ehliyeti pek süpheli. Her 4 tekerlegi de ayri olan taksiden, yolumuzda giderken aniden ihtiyac molasi veren taksi soförüne kadar malzeme var elimde. Bir tanesi sol seritte kaptirmis giderken aniden motoru durmustu. Son nefesimi veriyorum sanmistim.  Amerikali bir arkadasim giyinip kusanmis önemli bir is toplantisina giderken bindigi takside emniyet kemerini takma hatasini yapmisti (nedense!!). Taksiden indiginde bembeyaz gömleginde bastan basa emniyet kemeri izi vardi.

Ama asil serüven istisnasiz her taksicinin abartilmis çizgi roman karakterleri gibi olması. Bu kismi gayet siyaseten dogrucu yazdigimi da ayrica belirtmek isterim. Yoksa pek çok taksi yolculugumun sonunda taksi soförünü “sevimli çizgi film karakteri”nden biraz daha az kibar sifatlarla andigim oldu tabii. Bir kisminda bu anmalar yüksek sesle ve karsilikli olarak farklı dillerde – bir kisminda benim sinirden aglamalarimla da süslenerek – drama kivaminda yasandi. Ornegin Dakar’da istisnasiz bütün taksi soförleri ilk pazarlik fiyatina tamam dedikleri halde yola çiktiktan birkaç km sonra tercihen de bos taksi bulunmayacak sapa bir yerde bir anda “fiyat degişti şimdi 2 katini istiyorum” oyununu oynarlar. Zamanla karsit oyunlar olusturuyor  tabii insan. Ben bazen “tamam indir ama hiç para vermem” diye rest çekiyordum. Bazen de daha yaratici davranip, “D”yi  arayip telefonun ucunda üst düzey bir polis memuru varmis gibi davranip “memur bey bir daha olursa sizi aramami söylemistiniz su anda bir taksideyim ve taksi soförü beni kaziklamaya çalisiyor telefonu size veriyorum derdini size anlatsin” oyununu oynuyordum. Bu oyun çogunlukla en etkilisi oluyordu. Çünkü taksi soförü emin olamasa da yine de tuhaf aksanli beyaz kadinin kimbilir kimin nesi olacagindan korkup ilk fiyattan indirim bile veriyordu. Yalniz bir defa sabrimin son damlalarini da tüketmis olmaliyim ki nasil bagirdiysam olayi takip eden hafta boyunca sesim cikmadi. Dogru hatirliyorsam “D” cok da sikayetci olmamisti.

Ah tabii ben söylemedim ama siz anladiniz degil mi? Bati Afrika’da taksimetre yok. Ve de fiyat tarifesi diger her mal ve hizmet gibi pazarlik etme kabiliyetinize göre belirleniyor.

PS: Paris’te taksiye binerseniz 4.kisi icin taksi ücretinin üstüne 3 euro eklemeniz gerekir haberiniz olsun.
PS2:Bir de simdi aklima geldi de “hey hey hey taksi bütün islerim gitti aksi” diye bir sarki var miydi yoksa hayalgücümün bir ürünü mü?

22.11.10

Tepsi, Sehpa ve Oturma Izinleri

Son 8 yilimin özeti ; ucaklar, konteynerler, oturma izinleri ve degisen ehliyetler. (her 3 ayda bir de check in görevlileri önünde extra bagaj ödememek icin türlü maymunluklar yapmak – extra yükün icerigi ülkeden ülkeye degisiyor. Afrikadayken tuvalet kagidindan kerevize kadar genis bir yelpazesi vardi. Bir de bazen bilinen hicbir modern dili konusamiyor numarasi yapmak ise yariyor ama sinirleriniz celik gibi kuvvetli olmasi lazim)
Konteynerler her ülkede, her tasinmada ayni. Nelerin kirilacagi nelerin kaybolacagi zaten belli. En gecikmelisi 8 ay sürdü ki kapiya gelip de mührü acilinca tuvalet fircamiza bile sarilmak istedim.
Ama ehliyet ayri bir konu, apayri. Isvicre’de sifirdan teste girdim hatta ders alip hazirlandim. Sasirtmali sorduklari oluyormus ama ben baskalarinin yalancisiyim. Testi gectim ama 10 senedir trafik kurallarini bilmeden araba kullandigimi da ögrendim bu arada. O gün bugündür Istanbul’da araba kullanamiyorum. Ters etki yapti yani.
Fildisi Sahili’nde nedense benim ehliyetim sistemde kayboldu. "D"’nin kapi gibi Fildisi Sahili Cumhuriyeti ehliyeti var ama. Hatta Avrupa’da genellikle o ehliyetle araba kiraliyoruz. Trafik cezalari bizi bulamaz böylece.
Senegal’de ehliyet almayi denemedim bile. Senegal’de ayrica taksi maceralari var ki hadi onu bu yazida yazmayalim konu dagilmasin.
Gana’da azmettim benim de ehliyetim oldu. Sadece göz testinden gecmemiz gerekiyordu. Onu da yaparken görevli bizi odada birakip cikmis, biz dürbün gibi birseyden harfleri okumaya calistigimiz icin haberimiz yoktu. Hatta "D" kendi kendine “ama ben bunlari okuyamiyorum” diyordu. Bilseydik muhabbet eder vakit doldururduk. Yine de ehliyetleri aldik. Ama Gana’da adama evladiyelik ehliyet vermiyorlar. Süresi 3 seneydi doldu gitti. Hatira niyetine sakliyorum.
Fransa’ya geldik, Isvicre’ye yaklastik ya isler ciddilesti sandiniz di mi? Ya ya tabii. Sirketin görevlendirdigi ajans insani ile birlikte polis binasina gittik. Kapida 200 kisi kuyruk, yagmur da yagiyor. Vize kuyruklarinda ezilmis biri olarak kuzu kuzu kuyrugun sonuna gittim ama meger ajans insaninin iceride “adamlari” varmis. Bize yandan gizli bir kapi actilar. 200 kisiyi gecip utanmadan (mecazi anlamda degil cidden utanmadan) iceri girdik. Iceride bir 200 kisi daha sira numarasi almis gise kuyrugu bekliyor. Biz müdürün odasina gectik (ajans insanindan torpilli olarak) kahvelerimizi icerken bir memur islerimizi halletti (biryerlerden tanidik geliyor mu?). Hatta uluslararasi ehliyet ister miyiz diye de sordular. Istemez miyiz? 10 dakikada "D" de ben de gicir ehliyetlere sahip olduk. Fransiz ehliyetleri pek gicir degil aslinda. Formatini bilmedigim bir kartonu (pembe) 3 kat kivirip ehliyet yapiyorlar. Cüzdanlara falan sigamiyor.
Oturma izinleri ise en favori konum. Isvicre’de (tahmin ettiniz zaten) hersey cok ciddi. 3 dilde yazilmis ciltlenmis falan. Fildisi Sahili’ne geliyoruz. Bildigimiz A4 kagit üzerine daktiloyla yazilmis. O oturma izninden neler cektim her Istanbul cikisinda pasaport memurunu ikna etmek icin. Onlar hakli olarak hep kendi kendime evde yapip imzaladigim, fantazi dünyamin genisliginden yararlandigim cakma evrak sandilar. Vallahi gercekti halbuki. Senegal’i yine –burnumdan dumanlar cikarak- es gececegim ya da hürmetle anacagim. (Senegal’i ne kadar sevdigimin ipuclarini bakalim bilabilecek misiniz?) Aylarca gecici turist vizelerini ittirdiler uzattilar oturma izni vereceklerine. Bir defasinda –anlamsizca – Istanbul-Zurih-Paris-Dakar ucarken (dünya üzerindeki 2 nokta en sacma nasil baglanir yarismasi), Zürih’teki görevli dönüs biletimin tarihi vizemin bitis tarihinden sonra oldugu icin ucaga binmeme izin vermedi.
1.       O dönüs biletini zaten kullanmayacaktim daha ucuz oldugu icin öyle almistik
2.       Senegal’e göc etmeye hic ama hic niyetim yoktu
Gana ne de olsa Ingiliz disiplini. Firt diye aldik izinlerimizi. Sadece bir girisimizde pasaport görevlisi mutsuz bir hanimefendi "D"’nin oturma iznini nedensiz kabul etmek istemedi. "D" ayrica 100 dolar ödedi. Ben yandaki giseden (cok sevimli yasli bir beydi) ayni damgayla elimi kolumu sallayarak gectim. Hic de üzülmedim ayrica. Oh olsun! "D"’nin pasaportu benim icimde kanayan bir yaradir 10 yildir cünkü bütün kapilari aciyor ve genellikle havaalanlarinda ayri kuyruklarda bekliyoruz. Ben her ülkeden (pardon Iran’a vize kalkmisti galiba degil mi?) vize almak icin ezilirken o kirmizi pasaportunu sallayip heryere giriyor.
Neyse basladim sonunu getiremedim. Sizi de cok tutmamak lazim bayram sonrasi is güc birikmistir. Yazimizin ana fikri su; bütün bürokratik islemlere ragmen uzaklarda yasamak güzel. Her ne kadar insan arada dil alzheimer’ina tutulsa ve buzdolabinin üzerinde duran tepsinin Türkce adini hatirlayamayip kardesine “dolabin üzerindeki SEHPAyi bana indirir misin” dese de….