14.3.12

Fransızlar Ulaştırmasın!

Not1: bu yazı yine uçakta yazılmış ve plajdaki beleş internetten post edilmektedir. Honolulu yazıları da gelecek ama şimdilik bloğunuzun sahibi kendini okyanus dalgalarına ve renkli tropik kokteyllere vermiştir.
Not2: teknik beceriksizliklerden dolayı yine görsel yok ama söz Paris'e dönüşte ayrı bir postla sizi resimlere boğacağım

Paris'te yaşamaya bayılıyorum biliyorsunuz. Şimdiye kadar yaşayıp da en evde hissettiğim şehir la ville lumière. Ah bir de Fransızlar olmasaydı! Her zaman değil, bazen, özellikle seyahat edeceğim zamanlarda.

Her mevsimin her ayının her gününde grev vardır, grev pilotların, polislerin grevinden, ebelerin grevine kadar büyük bir iş yelpazesini kapsar. Ebeler derken ciddiyim, radyoda anons ettiler. Ebeler greve gidince bebekler de otomatik olarak greve dahil olur mu acaba? Annenin karnına doğru bir uyarı anonsu: sevgili bebek adayı yarın ebelerimiz grevde olacağından gelişiniz sürecinde aksaklıklar oluşabilir, seyahatinizi ertelemenizi tavsiye ederiz, sağlıcakla kalın, durduğunuz yerde sıkı durun. Hemşirelerin iş yavaşlatma eylemine denk geldim örneğin, kolumdan kanı öyle yavaş yavaş çektiler ki Çin gizli polisi gelip işkence yöntemleri konusunda formasyon alabilir.
Grev yoksa hava muhalefetinden dolayı metro çalışmıyordur, diğer ulaşım araçları zaten çalışmıyordur da kar yağınca metro neden çalışmaz, teorilere açığım.
Hava muhalefeti yoksa gösteri yürüyüşünden dolayı yollar kapalıdır.
Gösteri yürüyüşü yoksa yol çalışması vardır.

O da yoksa zaten temmuz-ağustos ayları gelmiştir ve bütün Fransa aynı anda tatile çıkmıştır. Güneydekiler kuzeye, kuzeydekiler güneye gider. O 2 ayda ölseniz cenazenizi kaldıracak adam yoktur, çünkü ailesiyle 4 haftalık yaz tatilindedir. Kokuşur kalırsınız, kokunuzu alacak komşu bile yoktur. Uyarmadı demeyin.

İşte bu sabah tatile çıkmanın heyecan ve sevinciyle güle oynaya charles de gaule havaalanına geldik. Aldığımız servis (yine) o kadar şahane o kadar fevkalade!! İdi ki heyecanımız toplam 12,5 dakikada söndü. Kavga ede ede havaalanında ilerleyebildik yine. Yeminle kendi sesimin tizinden kendim sıkıldım. Bir noktada benden 2 tane üst üste koyduğunuzda elde edeceğiniz bir görevliye zıplaya zıplaya bağırıyordum. Ben normalde şirret bir insan değilimdir inanın.
Zıplayarak bağırmamın sebebi şuydu, 2 ayrı görevliye boarding pass'imizi gösterip hangi kuyruğa girmemiz gerektiğini sorduk. Bütün kuyruklar tuhaf şekilde çok uzaktı. İkisi de aynı kuyruğu gösterdi. Biz de kuzu kuzu, mutlu tavşanlar gibi 45 dakika pasaport kuyruğunda bekledik. Hatta kuyruğa kaynak yapanlara müdahale edip görevlilere yardım falan ettik. 45 dakikanın sonunda, pazar günü çalışmasının mutsuzluğunu teker teker herkesin burnundan getirmeye and içmiş bir görevli eliyle kolumuzdan tutup yanlış kuyruktasınız diye bizi kuyruktan atmaya kalktı. Boyum 1,55 olabilir ama o anda içine green hulk kaçmış gibi devleştim, en kuvvetli silahım tiz sesimle adama bir saldırdım, bizi nasıl tüm kuyrukların en ucuna geçireceklerini bilemediler. Bu arada tuhaf şekilde kuyruktan atıldık ama herkesin önüne geçmiş olduk! Fransız mantığını gel de anla şimdi.

Amerikalı bir arkadaşımın hiç bıkmadan tekrarladığı bir hikaye var. Tanrı Fransa'yı yaratmış, sonra bakmış ki fazla güzel oldu, bozmak lazım, içine Fransızları yerleştirmiş.
Böyle günlerde bu hikayenin doğruluğuna gönülden inanıyorum.

Sent from my iPad

1 comment:

  1. :)
    Hani o kokusup kalma durumu var ya... 2003'te yasandi. Yaslilar col sicaklarindan patir patir dokuldu. Agustos ayi oldugu icin gunlerce frigorifik kamyonlarin icinde beklediler, kimsecikler sormadi cenazelerini. Cok kotuydu.

    ReplyDelete