20.1.11

Alo! Abi Bi Foufou Parasi Be...

Su GPS cihazı olmadan önceki günlerimizi hiç özlemiyorum. Kaybolmalar, arabanın içinde yok yol sordun yok sormadım tartışmaları, yolu sorduğun adam kafadan sallayıp cevap verdiği için yine kaybolmalar (ben öyle yapıyorum da ordan biliyorum)
Gana’da arabamızda vardı bir tane. Ama adam akıllı trafik haritası olmadığı için sadece dümdüz uzanıp giden yol görünüyordu ekranda. Fransa’da ise onsuz yaşayamayız. «D» ve ben –muhtemelen şimdiye kadar anlamışsınızdır- biraz gezentiyiz. Biz ikimiz, bir de Gisette (GPS'imizin adı Gisette. Kendisi sigaradan dumanlı sesli bir Fransız kadını. Yolu şaşırırsak verdiği "geri dönün dedim size" nevrotik tepkilerinden de belli bu) arabayla Paris dışını keşfetmeye bayılıyoruz.
Geçenlerde yine böyle bir keşif gezisinden dönüyorduk ki Gisette’in kafası karıştı. Kendimizi bir anda sokak satıcıları, cam temizliyiciler, dilenciler, yola fırlayan tavuklar ve arkasında koşan rengarenk kıyafetli adamlar arasında bulduk. Flashback oldu Afrika’ya mı döndük yoksa aslında biz Afrika’dan hiç çıkmamışmıydık ? Bütün herşey tatlı bir rüya mıydı ? Gisette kısa yol diye bizi Afrika mahallesine getirmiş ama tabii günlerden ne olduğunu kafası basmadığı için pazarın içinde kalmışız.
Paris’te trafikte arabanın yanına gelip mevsimine göre yiyecek içecek ve her mevsim sarj cihazı satan sokak satıcıları yok tabii. Yalnız burada bir numara var ki şimdiye kadar 13 kere falan denk geldim. Özellikle turistik yerlerde yürürken temiz giyimli bir kadın hemen önünüzde yere eğilip yerden bir yüzük alıyor. « Bakın bu sizden düştü galiba altınmış da yazık az daha kaybedecektiniz » diyor. Eğer oyuna gelir de « evet evet benim yüzüğüm o ver onu bana » derseniz sizden iyi niyet parası istiyor. Eğer istemezseniz bu defa da « ama alın yazık olmasın bana da karşılığında birkaç euro verin » diyor. Ona da hayır derseniz « abla be bi ekmek parası be 12 çocuğum var herif evde yatalak » milletlerarası dilenme monologu başlıyor.Ben bu saçma tiyatroya kimse kanmaz diyordum ama Amerikalı turistlerin olaya her defasında kandığını ve zengin iş adamlarının sırf kurtulmak için 10ar 10 ar euro verdiğini görünce vay be dedim.
Afrika’da sokak satıcılığı ve dilencilik yaratıcılıkta çığır atlamış. Dakar’da bir gece yemeğe giderken bir sokak dolusu tekerlekli sandalyeli dilencinin istilasına uğramıştık. Yemekten sonra eve dönerken kaybolduk (şimdi farkettim de neden biz sürekli kayboluyoruz ?) ve boş bir sokakta bütün o tekerlekli sandalyelerin üst üste parkedildiğini gördük. Mesai bitmiş herkes evlerine gitmiş!
Afrikali dilenciler onlara bakmamanızı ve para vermemenizi ilgilenmediğiniz anlamına değil de onları görmediğiniz anlamına yoruyorlar. Bizim evin sokağında vardı öyle biri. Bacakları yok –tövbe yalebbim- bizim araba da yüksek, arabanın yanına gelip gelip zıplıyor, camdan bir kafa bir görünüp bir kayboluyor. David Lynch filmi gibi bir sahne ! Bir de günün ilerleyen saatlerinde sıcağın etkisiyle tembelleşen dilenciler yol kenarına oturup size elleriyle « hey sen Obruni gel de bana para ver işareti » yapıyorlar. Yardım et ama buraya gel de et be hacı beni yürütme oraya kadar ! Obruni Gana'da beyaz adama verilen isim. Biz obruni onlar da obibini.
Bir de telefonla dilencilik yöntemi var ki bizzat başıma geldi. 2 gün üstüste sabah saat 0530 da telefonum çaldı. Afrika’da cep telefonları, ev telefonlarından daha yaygın ve ekonomik nedenlerle özellikle hazır kartlar daha çok kullanılıyor. Ama hiç kimse kontörlerinin eksilmesini istemediği ya da asla kontörleri olmadığı için herkes birbirinin telefonunu bir kere çaldırıp kapatıyor. Ama 35 saniye içinde o numarayı geri aramazsanız bu 1 kere çaldırıp kapatma sinir bozucu bir şekilde 20 kereye kadar devam ediyor. Bu olaya flashing deniyor. İşte benim telefonum da sabah 0530 da bir kere çalıp kapatıldı. Telefonu kapatıp uyumaya devam ettim. 3. sabah yine aynı saatte yine aynı numara 1 kere çaldırıp kapatınca bu defa geri aradim. Sabahın o saatinde 3 gündür beni uyandıran yabancı kadın sesi bilin bakalım benden ne istiyordu? Para... evet bu hiç tanımadıgım münasebetsiz kadın rastgele bir numara çevirip karşısına çıkana da “ben çok fakirim paraya ihtiyacim var” diyor. Tabii canım adresimi vereyim sen mi gelirsin yoksa sen yorulma ben evine getireyim mi?
Sokak satıcıları ve trafik üzerindeki etkileri başlı başına bir tez konusu. Araba başına ortalama 5 seyyar satıcı düştüğünü ve Afrika’da alışverişin asla ve asla pazarlıksız yapılmadığını bilirseniz durumun vehametini hayal edebilirsiniz. Simdi 2 minibüsü dolduracak kadar insanın bir minibüse doluşmuş olduğunu hayal edin (minibüsün tepesinde açık havada ve bagajda da insanların olduğunu unutmayın). Bu minibüslere Gana’da "tro tro", Fildisi Sahili'nde "vuru vuru", Senegal'de "car rapide" (hizli araba derken??) deniyor. Bizim Sarıyer-Beşiktaş minibüslerinin "bush taxi" versiyonu.  Bu minibüsler doldukça kalkıyor, « ne zaman kalkar » dediğiniz zaman –zaten artık biliyorsunuz – « kalktığı zaman kalkar » diyorlar. Minibüse tavuk, keçi her türlü hayvanla biniliyor. Hayvanlar genelde tavana konuyor. Ben bir defasında bağlanmadan tavanda durmaya çalışan bir keçicik görmüştüm. Her frende keçicik muhtemelen 3 kuluvallah 1 elham okuyordu. Iste bu keçili, tavuklu her yanından salkım saçak insan sallanan tro tro'daki her bir yolcunun tek tek o minibüs başına düşen 5 seyyar satıcının tepsisinde sattığı malları inceleyip pazarlık edip satın aldığını düşünün. İşte size tipik bir afrika şehri öğleden sonra trafiği.
Bu arada satıcıların ürün yelpazesinin yaratıcılığını merak edenler için: plastik yaka isimliği (?), ülkenin futbol milli takımının futbolcularının anneleri ve arabaları ile – neden olduğunu sormayın hiç bir fikrim yok – çekilmiş resimlerinden oluşan takvimler, tuvalet kağıdı, canlı köpek yavruları ve yabani papağanlar (bir satıcıyla tam kuş gribi zamanında uzunca absürd bir polemige girmistim. Polemigin seyrini direkt hayal gücünüze bırakıyorum. "Madame kuş grip olmaz ki alsana niye almıyorsun"), hangi manyağın talep edip arz yarattığını asla anlayamayacağım canlı boa yılanı!!, tuvalet klozet kapağı, bahçeye koymak için yapma flamingo kuşları, düdük, ülkenin bayrağı motifli don (fantaziye koş?) ve tabii her türlü yiyecek (kızarmış muz cipsleri –ki olsa da yesek-, patlamış mısır, kızarmış balık, çarmıha gerilmiş iri orman faresi, şeker kamışı, hindistan cevizi vs vs)
Yaaa görün işte elalem neler satıyor. Simdi köprü yolunda benim için de simit yiyin ve evlerimize dağılalım.



3 comments:

  1. çarmıha gerilmiş orman faresi konusunda açıklama rica ediyorum caniko:)

    ReplyDelete
  2. bu son postla birlikte blogunuz arada uğradığım yer olmaktan çıktı ve tavsiye ettiğim yer olmaya başladı, bilginize... yani, elinize ağzınıza sağlık, zengin ve kaliteli mizahı son tüketiciye ücretsiz sunuyorsunuz resmen, ne diyeyim... ayriyeten D'ye de selamlar, saygılar...

    ReplyDelete
  3. :))) hem üzüldüm hem de güldüm valla. (özellikle araba camından bi görünen bi kaybolan kafa) ne bu insanların hali...

    ReplyDelete