Fransiz askeri üssünde kurtulanlar |
Simdi sizin aklınıza ne geldi bilmiyorum ama benim aklıma şu sırayla şunlar geldi:
- Epilasyon cihazı
- Parfüm
- Fotograf albümü
Ve ben bu aklıma gelenleri aldım. Ilk 3 şeyden sonra en sevdiğim fincanım da geldi aslında mesela ama “D” çok kızdı. “Sen ne yapıyosun ? Biz belki evin çatısından helikoptere atlıycaz helikopter tam inmeden. çanta öyle doldurulur mu” dedi. "D"nin beni Lara Croft sanması gururumu oksadi tabii ama çantam olmadan da havada asılı duran helikoptere atlayamam sanirim.
O anda güvenlik müdürü geldi. Hepimizi (yaklaşık 50 aile) önce şirkete, oradan da minik bir minibüsle hiçbir ışıkta durmadan yola kurulan barikatları yara yara göstericilerin merkezinin ortasında bulunan ama havalimanına biraz daha yakın bir otele getirdiler.
otelden tahliye iste böyleydi |
Iste otele vardığımız anda çantamın içeriğinin anlamsızlığının şuuruna vardım. Epilasyon cihazı ve parfüm mü ??? Insanın aklına hiçbirsey gelmese telefonun sarjı falan gelir di mi? Ama fotoğraf makinesini almayı hatırlamısım. Artık helikopter beni atlayamadığım için bırakıp giderken ben de arkadan resimlerini çekerim.
Imdadıma Faustain yetişti. Cep telefonumdan aradı ve « Madame P iyi misiniz? Nasıl yardımcı olayım size? Size alıp bizim evde saklayım burada beyazları aramak akıllarına gelmez » dedi. Yemişim mesafeyi. Insanlara insan gibi davranırsanız onlar da size insan gibi davranıyor işte. Amma da "naïf salaklar" falan demiyor kimse. Dedim ki “Faustain şimdilik güvendeyiz, evinize gelip sizin de başınızı derde sokamayız ama eğer tehlikeli olmazsa bizim eve gidip bana bir küçük çanta hazırlayıp bana getirir misin? Detaya girmeyeceğim ama çok anlamsız bir çanta yapmışım da” Bu noktada çanta isteme rahatlığımın sebebi diğer ailelerin koca samsonite bavullarla geldiklerini görmemdi ki tahmin edersiniz bu konuyu hala her fırsatta “D”nin kafasına kakıyorum! Faustain koşa koşa bana bir çanta hazırladı ve de otele getirdi. Süper di mi? Tabii! Problem şu ki; Faustain bir erkek. Afrikalı bir erkek. Ve Afrikalı erkeklerin kadınlar için beğendikleri kıyafetler, nasıl desem pek “çöl şahini operasyonu” için uygun değil. Epilasyon cihazımın yanına şimdi de siyah uzun bir gece elbisesi, kırmızı topuklu ayakkabılar, altı başka üstü bambaşka bir bikini, nereden bulduğunu-mu bilmediğim pullu bir üst, mor bir eşarp, baska bir çift –bu defa dore- topuklu ayakkabı…eklendi. Hakikaten tahliyeye hazırım. Hiçbirşey olmasa tahliye sırasında palyaço olarak işe yarayabilirim!
Kafile yola çikar |
eşirsiniz” dedi. Ben Fildisi Sahili’ne bir daha hiç dönmedim.
resimleri kamyonun brandasindan elini cikarip "D" cekiyor |
O sabah fransız askerleri bir konvoy halinde bizi tahliyeye geldi. Otelin lobisi bir anda "Black Hawk Down" setine döndü. Hepsi bir ağızdan « move, move, move!! » diye bağırıyordu. Dışarıda beklememiz yasaktı çünkü kalabalığın dikkatini çekersek ve çatışma çıkarsa ortalık ciddi ciddi kan gölüne dönerdi. Ben selvi boylu değilim. Askeri kamyonlar da maalesef selvi boylular için yapılıyor. işte tam kamyona –popomdan bir askerin itmesi kolumdan da bir diğerinin çekmesi yoluyla- tahliyem yapilirken TV5 kanalında ev halkı beni görüyor! Istanbul’daki annemi ve babamı sakinleştirmek ayrıca bir operasyon gerektirdi diyebilirim!
Bu defa da brandayla kapalı kamyon kasasında (öyle kursun geçirmez falan degil yani. Kalasnikoflarla tarasalar ruhumuzu teslim edecegiz) bütün barikatları yara yara önce Fransız askeri karargahına, sonra da havaalanına getirildik. Air France’ın jetleri –gönüllü çalışan ekipleriyle- ardı ardına inip kalkıyordu. Uçaklar en son koltuğu doluncaya kadar bekliyor. Hemen yanımızda kedisi ve köpeğiyle tahliye edilen bir yaşlı kadın oturuyordu. Minik kopek bile durumun ciddiyetini anlamış olmalı ki uçak Paris’e inene kadar (7 saat) sesi çıkmadı. Yalniz uçakta psikologlar bile görev yapiyordu ki bu detayin önünde saygiyla egilelim lütfen.
Branda açilinca bir anda meshur olduk. Fransiz medyasi takipte |
Ertesi sabah güvenli bir şehirde uyanınca “Paris’te bu kazakla mı gezicem ben” diye olaylar başladığından beri ilk defa ağladım. Ama parfümüm işe yaradı iste. Kazık gibi bir kazağın içindeydim ama en azından misler gibi kokuyordum…
Peki şimdi gelelim sorumuzun cevabına. Afrika’da bir iç savaşın ortasında mahsur kalmış bir Türk’ü kim kurtarır? Tabii ki Fransız hükümeti! Üstelik ne milliyetini, ne de vizesi olup olmadığını sormadan. Biz tahliye edildikten 1 ay sonra tsunami faciası yaşandı. Maldivlerde tsunamiden kurtulan bir futbolcu ve manken sevgilisi için THY’den özel uçak gönderildi hükümetin emri ile. Ne sandınız ya? Bu ülkede adam yerine konmak için magazin programlarında boy göstermek gerekiyor. Efendim duyamadım vergi ödeyen vatandaşa devletin sorumluluğu falan mı dediniz? Pardon Isvec vatandaşı falan mısınız? Güldürmeyin canım beni.
Bu arada hala kamyon dolusu insan üsse gelmekte |
okudukça nutkum tutuluyor yine
ReplyDeletecanım benim
canım o günleri tekrar hatırladım. Ahmet ile Roma'ya giderken küçücük bir haber görmüştük gazetede. ondan sonra sana ulaşma maratonumuz başladı. telefonları açmayınca (tabii şarjın yanında olmadığı için!!!) annenleri arayıp onları daha da meraklandırmıştım sanırım. sonra otele geçince mail iletişimimiz başladı. bana haftalarca otelde kaldınız diye düşünmüştüm. 4 günmüş size de aylar gibi gelmiştir. arkadaşım aradan o kadar zaman geçmesine rağmen o kadar sıcak ve samimi yazmışsın ki seni tebrik ediyorum. tekrar geçmiş olsun. bu arada Paris'te yaşadığınız için kıskanan gözü kalanlar varsa bunu ne kadar hakettiğinizi bilsinler. hem de bir sonraki durağın da neresi olduğunu yine bilmeden. tabii bizim bu arada hayallerimiz var bu konuda. Latin Amerikaaaaaaaaa...
ReplyDelete