22.11.12

Patlıcanın Hayatımızdaki Yeri ve Önemi


D” bizim aileye resmi olarak yeni yeni girdiği zamanlarda, kimle tanışsa “merhaba”, “nasılsın” faslından sonra 3.soru “İsviçre’de patlıcan var mı” oluyordu. Annemlerle yemeğe çıkıyoruz bütün akşam bir patlıcan muhabbeti, durduramıyoruz, anneannemle tanışıyor “İsviçre’de patlıcan var mı”, teyzemle tanışıyor “İsviçre’de patlıcan var mı?”. (bunu okuyunca “aaa biz ne zaman sorduk patlıcanı” diyecek olan aile üyelerime şahitli ispatlı kanıtlarım)

Tabii aslında bu patlıcan özelinin altındaki asıl soru “bu kız senin peşine takıldı gidiyor, oralarda keyfi, sağlığı yerinde olacak mı, sen bize bir anlat bakalım”. Patlıcan simgesinin altındaki derin soru aslında “well being”. Ama tabii “D” henüz o zamanlar Türk ailesi alt metin okumasını beceremiyor. Dolayısıyla bu sembolizmi de çözemediği için bizim sohbet patlıcandan ileri gidemiyor, “sizde patlıcan var mı” “var”, “peki siz patlıcanı nasıl yaparsınız” “patlıcan sever misiniz” "annen nasıl yapar patlıcanı?" "yapmaz!" 

Ailemizin patlıcanla olan derdini anlaması zaman aldı.

İsviçre’ye yerleşince ve benim keyfimin yerindeliğinden bütün aile emin olunca bu patlıcan konusu bir süreliğine rafa kalktı. Bir de tabii herkes geldi gördü ki zeytin ezmemden beyaz peynirime kadar aradığım herşeyi buluyorum, eksiğim gediğim yok. Küçük bir ton balığı gibi mutlu yaşıyorum.

Ne zaman ki Afrika’ya taşındık bizim bütün aileyi yine patlıcan korkusu aldı. Patlıcan bulmasına bulduk. Hatta sebze olarak bir tek patlıcan bir de kabak bulduk. Patlıcandan fenalık geldi. 

Şimdi ben böyle Paris’te yaşıyorum, şampanya şarap yazıyorum, aman tereyağlı croissantlar nasıl da leziz, böyle ekler yememişsinizdir falan diye terbiyesizlik limitinde konuşuyorum ya benim bavulumda kereviz taşıdığım günler oldu aslında. Evet artık bunu itiraf etmemin zamanı gelmişti, bildiğiniz kereviz. Ezilmesin diye el bagajıma kilo kilo domates almışlığım, 3 top marul götürmüşlüğüm de vardır.

Gana’da iklim, toprak vs en lezzetli domateslerin yetişmesine müsaitken, çeşitli tarım yardımı kuruluşları da ısrarla yeni tohumlar, fideler vs getirip teslim ediyorken Ganalılar inatla tek tip domates üretiyorlardı. O da küçük, tadı yemenize bile gerek kalmadan daha ilk göz teması kurduğunuz anda midenizi yakacak kadar asitli, haşır huşur bir domatesti. Yatıyorum kalkıyorum gözümün önünde sulu sulu domatesler uçuyor. Rüyalarıma giriyor domatesler. Kafam kadar domatesleri ısıra ısıra yiyorum, suları üstüme başıma akıyor rüyamda. Gözümü domates bürümüş. Delirmek üzereyim. Bizim komşular sitede bir domates projesi başlattı. Herkes balkonlarına domates ekti, günlük olarak gelişimlerini takip ediyoruz, bekliyoruz ki domatesler yetişsin yiyelim hatta fazla fazla yetişsin salça yapalım. Hayal dünyası işte. Herkesin domatesleri cillop gibi oldu, benimkileri yan komşuya göstereyim derken “D” balkondan düşürdü! Çocuğum gibi baktığım domatesler kaldırımda püre oldu! Evliliğimizde sorunlu anlardan biridir.

Mango ve ananasla ömür geçer mi? Ülkede başka meyve yok ki! Bildiğin elma arıyorsun yok, kös kös elinde mangoyla eve dönüyorsun yine. Böyle yokluk durumlarında insanın aklına elinin altında olsa yüz yıl aramayacağı şeyler düşüyor. Dışarısı 40 derece, canın kapuska çekiyor. Neden, çünkü lahana yok! 

Bu tip sefaletlerden hep girişimci biri çıkar parsayı toplar ya Lübnanlı Mustafa bir bakkal açtı. İstediklerinin listesiyle Mustafa’ya gidiyorsun, Mustafa “2 gün sonra gel malı al” diyor. Ismarladığım şey kahvaltılık gevrek ama duyan uyuşturucu baronusun sanır. Mustafa Avrupa’nın 4 tarafındaki aile bireylerine telefon açıyor, onlar gidip süpermarketlerden malları topluyor, bir gün sonraki tarifeli uçağa koyup gönderiyorlar. Herşeyin bir bedeli vardır tabii. Bir kavuna 10 dolar ödüyorsun. Sonra bir kavunu idareli yersem en çok kaç gün dayandırabilirim diye uğraş dur. 

Mustafa zamanla işi öyle bir noktaya getirdi ki hostesleri ayarladı, Londra’dan uçuş öncesi Mcdonalds alıyorlar, uçak Accra’ya ulaşınca gidip hamburgerlerini Mustafa’dan teslim alıyorsun! Paris’te evin yanı Mcdonalds, geçen hafta Berki bey burdayken soruyordu bir kere gittim mi diye? Tabii ki hayır, mcdonalds mı öyk. Ama orada soğumuş, kokuşuk burgerleri almak için evini, arabanı Mustafa’nın üzerine yapmaya hazırsın.

Şimdi siz beni şen şakrak kendimi gezidiriyor sanıyorsunuz ya. İşbu yazı aksini ispatlamak amacıyla yazılmıştır. Ben aslında neler çekiyorum buralarda, sizin bundan haberiniz var mı? Daha geçen hafta ıspanak bulamadık, sefil olduk sefil.

2 comments:

  1. kızım saat onikiye geliyor yazını simdi okudum koptum özellikle de ıspanak tahmin edecegin gibi döndügümüzden beri hergün ıspanağın çesitli versiyonlarıyla haşırneşirim öptüm seni

    enyakında tuvana gelecek göndereyimmi? :)

    Annen

    ReplyDelete
  2. Ha.ha! Güldürdünüz beni. Güzel yazmıssınız! Evet ben de yaptım o isi bu yıl.

    ReplyDelete