18.10.12

Mutfak Hayalleri(m) ve Ayakkabılar(ım)

nebati margarin

Paris’teki son yılımıza girdik dedim ya, tabii 4 sene oturdum, oturdum, oturdum, yapmadığım herşeyi son yıla sığdırmak için kuyruğum yanmış gibi koşmaya başladım.

Bir türlü yapamadığım şeylerden biri yemek kursuydu. Fransız mutfağı pek anlı şanlı malum. Buradan sonra taşınacağımız yerde sormazlar mı hangi Fransız yemeklerini yapmayı bilirsiniz diye. Sorarlar. Bari 1 tane fiks yemeğim olsun, gelene gidene onu yuttururum dedim, tuttum Cordon Bleu’nün yolunu.

Şimdi burada aç parantez. Evet tembelim, onun için 4 yıldır yemek kursu arayıp bulmadım ama asıl neden şu ki; ben soğan doğramaktan korkuyorum. O küp küp doğranmış soğanların arasına parmaklarım da karışacak diye ödüm kopuyor. Hiç gülmeyin ben ev ekonomisi dersinden 0 (yazıyla sıfır) almıştım. Ellerime güvenip yapacağım bir işim olsaydı çoktan malulen emekli olmuştum. Düğme dikerken bile yaralanabilirim ben. Bir de soğan soğan olalı böyle ağlama görmemiştir. Ne biçim gözse artık sanki soğanı değil de kendimi kesiyormuşum gibi ağla ağla içim çıkıyor. O gözler sonra 3 gün şiş. Bizim ünlü bir şef arkadaşımız var. Bize kalmaya geldiler her akşam soğan doğrattım adama. Başkası kaz ciğerli ravioli falan yaptırır oysa ki. Neyse “D” evin kapısından soğan girmeyen bir evde büyümüş, soğan dedin mi ailecek vampirmiş gibi odalara kaçıp saklanıyorlar. Ben de o bahaneyle soğanlı yemek yapmıyorum. Ama kalkmışım gitmişim yemek okuluna illa elime soğan verip bunu doğra diyecekler. Onun için biraz tırsa tırsa gittim. Hayalimdeki yemek kursunda böyle herkesin önlükleri, çalışma alanları, pırıl pırıl parlayan yepyeni bıçakları var, şef anlatıyor biz pişiriyoruz falan. Parmaklarımı kesersem diye yanıma sargı bezi, kolonya, yara bandı vs de aldım gittim.Kapa parantez.

Yemek kursu tabii Julia Childs filminin gazıyla gelmiş Amerikalı kadın dolu. Zaten Cordon Bleu de filmden iyi ekmek yemiş belli ki girişte yemek kitaplarının en üstünde Julia Childs yemek kitabı var. Ben Fransız şef olsam çok bozulurum. Neyse ki değilim onun için bana ne. 

Sınıfa girince bir göreyim ki parlayan bıçak, şef önlüğü, herkesin çalışma alanı falan yok. Bildiğin dersane sınıfı. Yan yana ve arka arkaya dizilmiş sağ tarafında yazı yazma tabletli sandalyeler. Odanın en ucunda bir mutfak, bütün Amerikalılar ön sıraları kapmış, kaldık mı arkada. Boyum zaten kısa birşey göremiyorum, o tabletlerin üzerinde yazı yazmak çok rahatsız ve karnım acıktı. Beni sınıf tutar. Ya uykum gelir, ya karnım acıkır ya da kafam dağılır gider. İlkokuldan beri bu böyle. İlkokulda kalemlerime buzpateni yaptırırdım mesela. Hayalgücüm geniştir. Yine de ilk 15 dakika konsantre olmayı başardım. Sonra beklenen oldu. Kendimi zorluyorum aklını ver, bak koca insansın hayal kurma, dinle şu dersi diye ama elimde değil. Türkiye eğitim sisteminin suçu olabilir bu, ders dinlemeyi beceremiyorum. Bana orada yemek değil piramitlerin tüm sırlarını anlatsalar sınıf ortamı olduğu için psikolojik, kafa kayıyor başka şeylere, elimde değil. 

Şef diyor “Sebzelerinizi küçük küçük doğrayın”. Benim iç ses başlıyor konuşmaya: Küçük deyince aklıma geldi şimdi bak, sabah gördüğüm o ayakkabıyı almalıydım, yarım numara küçüktü evet ama esnerdi o, niye almadım, hem indirimde düşürdüğüm kırmızı etekle de çok iyi giderdi, kırmızı eteğin üstüne bir de siyah bir üst bulmam lazım, bu siyah üstü bulmak da kayıp kıta atlantisi bulmaktan daha zor, tanıdığım bütün kadınlar siyah üst arar niye kimse yapmaz ki? Ben modacı olsam sadece siyah üst yapardım, bir de beyaz t-shirt bir de çeşit çeşit ayakkabı. Ama sonra o ayakkabıları satmaya kıyamaz hepsini ben giyerdim. Sanırım ben modacı olsam batardım. Acaba yarın alışverişe mi çıksam, evet evet hatta gidip o ayakkabının 2 ayrı rengini alayım. Bunlar hep yatırım, sonuçta ayakkabı hep lazım, etek almasan olur, pantalon almasan olur başka şey giyersin ama ayakkabı yerine ne giyeceksin, hep lazım, evet evet bir nevi yatırım bu, kırmızı etekle olmasa jeanlerle giyerim, ne ayakkabısı oğlum kendine gel dinlemen lazım adam anlatıyor kafanı ver. 

“...bal ve sirke redüksiyonunu zaten hazırlamıştık....”

acaba saçıma bal rengi balyaj attırsam mı? Ama onu attırmak için İstanbul’a gitmek lazım burada beceremezler, İstanbul’a da kıştan önce gidemem. O zaman saçlarımı mı kestirsem, evet evet yarın gidip uçlarından aldırayım saçlarımın, sonra da ayakkabıları almaya giderim. Bak yine ayakkabı diyorum ya, derse odaklanmam lazım dur kafamı karıştırma 

“...önce sosu sürüp sonra somonları yeşil marul yapraklarına sarıyoruz...”

yeşil dedi de aradığım yeşil küpeleri de bir türlü bulamadım, 3 çift yeşil küpe aldım hala istediğim gibi tam yeşil değil, boncuklarını bulsam kendim yapabilir miyim acaba, salak mısın tabii ki yapamam küpe yapayım derken parmaklarımı birbirine dikerim ben. Karnım da acıktı, pişirdikleri yemekleri verseler de yesek bari sonunda. Dükkanlar kaça kadar açık acaba, olmadı hızlı hızlı yer eve gitmeden önce gider ayakkabılarımı alırım. Benim ayakkabılarım onlar. Yarına kadar başkası alırsa mahvolurum. Kaç dakika pişirdi şimdi bu adam somonu?

Derken ders bitti! Sorusu olan var mı dediler, şey tekrar baştan bir anlatsak diyemedim.

Pişirdikleri yemekleri vermesine verdiler, ama onlarla da serçe olsam doymazdım, bu arada anlattıklarının da yarısını kaçırdığım için elimdeki notlardan da adam olmaz. Artık açıp bir yemek kitabını bunu öğrendim diye yutturacağız yapacak birşey yok, ama soğansız tarif bulmalı ne olur ne olmaz.Zaten dükkanlar da saat 19'da kapanıyormuş. Ama ayakkabılarım ve ben çok mutluyuz.

6 comments:

  1. çok eğlendim okurken :)
    bu arada "Beni sınıf tutar" sözünü çok sevdim

    ReplyDelete
    Replies
    1. teşekkür ederim :) düşündüm taşındım en doğru tanımlamanın tutmak olduğuna karar verdim :))

      Delete
  2. yemek yerken bir çırpıda okuyuverdim, ne güzel anlatmışsın! güle güle giy ayakkabılarını :-)

    ReplyDelete
  3. Sen çalışkan bir öğrenciydin lisede halbuki Pınar'cığım :))

    ReplyDelete
    Replies
    1. Burcucum işte bu yüzden çalışkandım, ders dinlemeyi beceremeyip eve gidip haldır haldır çalışıyordum :))))

      Delete