25.7.12

Pizza, Domates, Esekler, Yamaclar, Sezar'in Kellik Sorunu ve Digerleri


Tatilimizi yaptık geldik. Arabadan resepsiyona kadar sol kolla bavul çekme, işaret parmağıyla radyo kanalı değiştirme, denizde sırt üstü kendini akıntıya bırakma spor dallarında altın madalyaya talibim. Dün sabah uyanıp de deniz kokusunu alamayınca gerçekten sudan çıkmış balık gibi nefessiz kaldım mı? Kaldım. Size Ayşe Armancılık yapıp da denizden ılık ılık esen rüzgarla uçuşan bembeyaz perdelerin ardında, sokaktan gelen neşeli çocuk seslerine karışan annelerin italyanca müzikli bağırmalarını dinleyerek D'yle biribirimizi daha da çok sevdik falan yazmayacağım. Güney İtalya diyorum e tabii ki şahane yerler gördüm ama okul muavini gibi didaktik didaktik şuraya gidin şurada kalın da diyecek halim yok. Gitmek isteyen bana mail atsın bütün tavsiyeleri direkt veririm.
Gelgelelim süper şeyler öğrendim, harika insanlar tanıdım, ben size onları anlatacağım.

Arabayı aldık, Roma'dan vurduk aşağıya, 350 km git git bitmez, vardık Adriyatik kıyısına. Savelletri, İtalya'nın Foçası. O kadar ki Foça'da havlu aldığımız sokağı ve dükkanı gördük sanki. Çağan Irmak gelip "dedemin paralel evrendeki halleri" diye bir film çekebilir, o kadar. Yarısı balıkçı, diğer yarısı yazlıkçı. Herkes birbirini tanıyor, sadece italyanca konuşuyor. Demek değil ki size yardım etmiyorlar, tam tersi, restoranda ne yiyeceğinize arka masadaki tombul teyze karar veriyor, sizin verdiginiz siparişi beğenmeyip alakasız birşey ısmarlıyor garsona, size fikrinizi bile sormadan. Ama tombul teyzeye güveneceksin. En güzel yemekleri o biliyor. 


Savelletri'de Massimo'yu tanıdık, otelimizin sahibi. Otel dediğim şey 5 odalı, Massimo kendine keyfine göre ev yapmış, eşi dostu kalsın diye de 5 oda yapmış gibi. 
-Kahvaltı kaça kadar? 
-Siz ne zaman kalkarsanız? 
-Peki ya check-out? 
-Siz ne zaman gitmek isterseniz. 


Uzun uzun yemek içmek konuştuk Massimo'yla, fransızlar "bon vivant" diyor, iyi yaşayan, böyle ehl-i keyif insanlara. Pizza yunanca pita ve türkçe pideden gelirmiş, öyle evlere servis pizzacıların yaptığı gibi yok kenarı peynir dolu vs asla asla olmazmış, ayrıca pizza sadece akşamları yenirmiş, öğleyin pizza soranlar sadece turistlermiş, pizza Napoli'nin fakir semtlerinde doğduğu için gerçek pizza napolitana ve margaritaymış, margarita İtalya'nın birleşmesini ve bayrağını temsil edermiş domatesin kırmızısı, mozzarellanın beyazı ve fesleğenin yeşili eşittir İtalyan bayrağı. Bayrağını yemekle tarif eden ülke canımı yesin. Bir de sokaklarina sanatci, havaalanlarina ressam isimleri veren ulke.

Sonra Matera'ya geldik, Matera iç bölgede, dağlık, mağaralara yerleştirilmiş taş evleriyle ünlü. Bu mağara evlere sassi diyorlar. Uzun uzun yüzyıllar önce mühim biryermiş, zamanla fakirleşmiş, gözden düşmüş, 1950'ye kadar sıtmadan ve fakirlikten kırılıyormuş sassilerde yaşayanlar, sonra italyanlar burayı hatırlamış, toplu konutlar yapıp halkı oralara taşımış, küçük mağara evlerde 10'ar kişi yaşayan halk toplu konutlara çok sevinmiş. Mağaralar 1993'e kadar terkedilmiş. 93'de Matera unesco dünya kültür mirası olunca terkedilmiş mağaralar bir değerlen sen! Şimdi butik oteller, hipster evler...Eski sahipleri pişmandır tahminimce. Mel Gibson meşhur İsa'nın Cilesi filmini burada çekmiş. 160 tane kilise var, evet doğru okudunuz 160!!! Yorumsuz...

Ertesi gün yine yola döküldük, bir 300 km daha, çizmenin bileğinden ayağın üstüne geçmek için. Sicilya'yı ana karaya bağlayan meşhur bir otoyol var, yıllardır bitirilemeyen, İtalya'nın en sakat otoyolu, inşaat 10 yıl sürer sanmışlar ama birbirine düşman 2 mafya ailesi sicilyalı casa nostra ve calabreli n'dranghetta ailesi, birbirlerinin şantiyelerinin peşinde, gel de bitir. Fakat o 300 km'ye değiyor, Capo Vaticana'ya bir geliyorsunuz turkuaz Tiren denizi ışıl ışıl. Bizim GPS'in (adi Gisette) kafa karisti, denizin ortasinda bir yerde otel diye israr etti, onun aklina uyup dar merdivenlerden asagi biraktik arabayi, otel orada degilmis tabii! Buraları Alman turistler herkeslerden önce keşfetmiş, sabah erkenden havluyla kapılan şezlonglardan belli zaten. İtalyanca domates pomodoro demek. Nedenmiş biliyor musunuz? Çünkü batılılar domatesi ilk kez azteklerde gördüğünde bu elmaya benzeyen şey çok pahalıymış, çünkü uzun süre saklanamıyor, onun için de altın değerinde "pomme d'or" yani altından elma, pomodoro!

Sonra yine bindik arabamıza, bu defa Maratea, bir nevi minik Amalfi, Amalfi eksi turistler diyelim, dağların denize inen dik yamaçlarına kurulmuş köyler topluluğu Maratea. Köyler rengarenk, oyuncak evler gibi, yamaçlar o kadar dar ki birinin adı "torre apprezzami l'asino" "katırıma değer biç!". Yamaç öyle dar öyle dar ki eski zamanlarda 2 katır karşı karşıya gelirse yanyana geçmeleri veya dönmeleri imkansız, bu durumda katırlardan biri feda edilip uçurumdan aşağı bırakılıyor, diğer katırın sahibi de feda edilen katırın sahibine bir tazminat, bedel ödüyor, işte onun için patikanın adı katırıma değer biç. Yollar hala dar, Gisette de yine yolu sasirdi ve  oralı bir italyanla arabalarımız burun buruna geldi, arabamıza değer biçmek zorunda kalacağız diye korktuk, uzun uzun kim geçsin kim dönsün pazarlığı yaptık. Sonra biz yabanci oldugumuz icin hadi bu defalik gecin diye yol verdi bize. Bir de plaj dönüşü ben her an D'nin ailesine tazminat ödemek zorunda kalabilirdim. Şahane yerler, yokuş aşağı inerken çok romantik, doğa, dalga sesleri, ağustos böcekleri, dağın yeşili denizin rengine karışıyor, ay hayat ne hoş falan da yokuş yukarı çıkarken napıcaz, yürüsene durmasana, ay terliğime bastın, ne kıpırdadı o çalıda 
yılan mi ne o, offf cok sicak uzak dur!!! Romantizm falan kalmıyor. Maratea kucucuk ama orada da 40 tane kilise var. En yuksek tepesinde kocaman bir Isa heykeli var, Il redentore, 22 mt yuksekliginde heykel, 1965'den beri kiyilari tepeden kucakliyor. Guney Italya'da en cok hala onun sozu geciyor tabii, sey belki mafyadan sonra en cok onun sozu geciyor.

İtalya ve romantizm deyince Amalfi kıyılarını geçmek olmaz tabii. Amalfi'yle ilgili ilk tavsiyem şu, meşhur daracık virajlı yollarında arabada giderken aynı anda İstanbul'daki kardeşinizle mesajlaşmayın, sonuçları eeeee nasıl desem tatsız oluyor. Amalfi'nin nasıl güzel olduğunu benim zaten söylememe gerek yok, o kıyılar elle işlenmiş gibi, doğa harikası, yani 2 köy arası böyle, gelgelelim köylerden birinde durup da büyük şans eseri park yeri bulursanız (ve park parasını ödemeye gücünüz yeterse!!-hayatımızın en pahalı park yerleriydi, arabayı bırakmıyor da otoparkın hisselerini alıyoruz sandık-) binlerce turistin şıpıdık plastik terliklerinin asfaltta çıkardığı sürüme sesine odaklanmaktan bütün hisleriniz uyuşuyor. Her resme kıllı göbekli terli turist girdiği için adam gibi resim de çekemiyorsunuz zaten. Ama yine de gidilir kardeşim, turistlere ve plastik parmak arası terliklerine rağmen güzel bölge. 


Amalfi'de Guiseppe'yi tanıdık, rahat babam yaşında, otelimizde garsondu, o kadar zarif, o kadar hoş ki, e bir de dedim ya babam yaşında, servis ettirmekten utandığımız için D'yle her yediğimizin tabağını mutfağa götürsek mi diye huzursuz olmaktan yemek yiyemedik. Guiseppe o bölgenin yerlisi, yıllardır aynı otelde çalışıyor, otelin de Amalfi'nin de "dolce vita" zamanlarını görmüş, ama kışın iş yok, e ekonomi de malum, her kış İsviçre'ye bir kayak otelinde çalışmaya gidiyor, ama bu kış o otel de tadilata giriyormuş, D'nin İsviçreli olduğunu duyunca bir otelimiz olup olmadığını sordu, Guiseppe guzel bir is bulur mu acaba diye aklimizi onda birakarak ayrildik Amalfi'den.

Ve sonunda yolculuğun son ayağına Sorrento'ya geldik, Napoli tam karşı kıyı, Vezüv ve Pompei yanıbaşı. Pompei'nin hikayesini bilirsiniz zaten. Vezüv ise en son 1944'te patlamış, hatta tam da Amerikan uçaklarının İtalya'yı bombaladığı anda. Hatta savas gemilerindeki Amerikan askerlerinin manzarayi ve zamanlamasini gorunce, tanrinin savasa ofkesini gosterdigini dusundukleri soyleniyor. San Sebastiano köyünü tümden yutmuş lavlar, köylüler de köyü tekrar lavların hemen durduğu noktanın altına kurmuşlar!! Uzmanlar bir sonraki patlama katastrofik boyutlarda olacak diyor. Bunu bile bile Napoli'de yaşayanlarda da "bize birşey olmaz" hastalığından olmalı. Bu arada Napolililer batıl inanç konusunda tedbiri elden bırakmayanlardan. No e vero, ma ci credo, gerçek olmasa da ben inanıyorum! Sadece 13 değil 17 rakamına da tedbirle yaklaşmalı örneğin, bizim nazar boncuk yerine onlar mercanın ya da mercan rengi herhangi birşeyin nazardan koruduğuna inanıyor, bir de tabii sayısız aziz-azize, Berlusconi'nin mucizeler yaratan bir aziz olduğuna inanan bile var, mucizeye bağlı tabii!

Her tatilin bir sonu vardır. Döndük geldik Roma'ya. Roma deyince akla kim gelir? Sezar saçlarının dökülmesine çok kafayı takıyormuş, bunun için senatodan devamlı defneden bir taç takmasını onaylayan bir yasa çıkarmalarını istemiş, teoride onurlandırıcı ama pratikte başka işe yarayan bir yasa, böylece taçla kafasının gerisinde kalan saçları alnına doğru tarayıp tutturuyor, Kleopatra da sevgilisine özel losyonlar hazırlattırırmış ayı yağı ve kızarmış fare derisinden! Sezar da olsan saçın dökülmesin diye kafaya sürmeyeceğin şey yok demek. Ve Kleopatra da olsan sevdigin adamin takintilarina care bulmak icin yapmayacagin sey yok.



Uzun uzun yazdim buraya kadar kimler okudu bakalim? Yoklama alicam. Fotolar da artik yarin.

5 comments:

  1. Yazına bayildim.
    Amalfi ,Positano,Sorrento ve Capri yapmistik 10 sene once.Tekrar gittim oralara.
    Bizim kıyılarda olmayan estetik, zarafet ve keyif
    çok güzel

    ReplyDelete
  2. ortmenim ben okudum, foto bekliyorum :)

    ReplyDelete
  3. Sevdacim begenmene cok sevindim, cok sagol :)

    ReplyDelete
  4. Dudu sen bir harikasin, resimleri koyup bir tek sana haber verecegim :))))

    ReplyDelete
  5. Ben de okudum, ogrendim ve guldum:)

    ReplyDelete