6.12.11

Abu Dhabi Doooo


D dedi ki topla bavulu gidiyoruz. Sadece hava durumunu yazmış bir kağıda ona göre bavul yapayım diye. Çünkü biliyor ki yanlış kıyafetlerle gidersem büyük olay çıkarırım. Elimdeki ipuçları havanın 25 derece olduğu, uçakla gideceğimiz, ikimizin de daha önce gitmemiş olduğumuz. İnsanın aklına şahane yerler geliyor ama boşa heyecanlanırım sonra Taklamakan çölü falan gibi biryerler çıkar diye de heyecanlanamıyor. Bir de kafamı karıştırmak için masanın üstüne çıkarmış aşı karnesini. Tamam dedim bu defa Gambiya'ya gidiyoruz, o da olmadı Haiti'ye insani yardıma gidiyoruz olur mu olur. Koydum bütün minik elbiseleri bavula, son geceyi zor uyuyarak geçirdim, gözümün önünde dünya haritasını döndüre döndüre.
Ertesi sabah geldik havaalanına, check in görevlisi cırt diye yumurtlayıverdi bavullarınız Abu Dhabi'ye kadar gidiyor diye. I love check-in görevlileri. Abu Dhabi'ye gidiyormuşuz yaşasın, bir taşla iki kuş, alışverişin de dibine vururum. Yalnız içime de şüphe düşmedi değil, bavul minicik yazlık elbiselerle dolu, ya uygun kaçmazsa kılıklarım? Sex and the city'nin kızları bile filmde yerlere kadar elbiseler giyiyorlardı ya o bakımdan.
Kış ortasında yazlık yere gidip de havaalanında ceketlerden kurtulma gibisi yok. Hava harika. Tatlı tatlı esiyor denizden doğru. Ilk görüste I love Abu Dhabi ve tabii ki I love D
Otelde servis ne zamandir hasret kaldigim gibi, yani aslinda servis normalde olmasi gerektigi gibi ama Fransızların pek arkadaş canlısı(!) servisinden sonra insanin beklentileri düsük olmaya basliyor bir süre sonra. Lobby beyaz entarili adamlar ve abayalı kadınlarla dolu. Bir süre şaşkın şaşkın bakmaktan ağzımızı yüzümüzü toplayamıyoruz. Kadınların sadece gözleri meydanda ama hepsinde hermes çantalar,  parlak rolex saatler, adamlar da fendi terlik, kol düğmeleri, arkalarında buram buram parfüm bırakarak porche cayenne'lerden iniyorlar. İnsan 5 gün hiçbirsey yapmadan sadece lobby'de otursa canı sıkılmaz.
Şimdi 4 gün kaldığım yeri çözmüşüm gibi artiz artiz analizler falan yapmayacağım tabii ki burada size. Ama sanki bana kurallar var, bir de kurallar var, bir de kurallar var gibi geldi. Şöyle ki adamlar 3 adım gerilerindeki karılarıyla lüks otellerin havuza, plaja bakan restoranlarına geliyorlar. Karıları peçelerinin altından yemek yemeye çalışırken aynı adamlar şişe şişe şaraplar, viskiler açtırıyorlar ve güneşlenen batılı kadınları kesiyorlar. Yani kurallar var ama adamından adamına ya da kadınına ayrı kurallar sanki. Yalnız o her lokmada peçeyi kaldırıp da yemek yemek nasıl bir gayret ve eziyettir. Bir de çorba içerken nasıl yapıyorlar merak etmedim değil zamanla pratikle insan ustalaşıyordur herhalde.
Bizi artık biliyorsunuz zamanlama konusunda şuursuzluğumuz almış başını gitmiş, tabii ki yine özümüze ihanet etmedik. Örneğin gelmişken geleneksel çarşi (souk) gezelim dedik tabii ki elimizi kolumuzu sallaya sallaya gezmeye cuma günü gittik. Haliyle cuma günü heryer kapalıydı! (biz böyle bir kere de pazar günü vatikan gezmeye gitmiş ve heyecanlı yaşlı italyan ve portekiz teyzelerin arasında ezilme tehlikesi geçirmiştik) Zamanlamamız harikadır. Çarşının kapalı olması bir yana bir de yine zamanlama harikası olarak cuma namazı çıkışının ortasına düştük, şehrin en kalabalık camisinin çıkışına... Bir anda sakallı 1000 kadar adamın ortasında bulduk kendimizi ve evet tabii ki sokaktaki tek karşı cins bendim. D'yle aramızda 20 cm bırakmaya ama çok da uzak düşmemeye gayret edip gayet cool görünmeye çalışıp topukları yağladık. Öyle sokaklarda elele kolkola yürümek yok tabii. Maceraperest insanlar olduğumuz için arada bir gizli gizli parmak parmağa tutuştuk. İ love risk neticede.

Sonra bari dedik emirliklerin en büyük camisini gezelim, plajda yattıkça cami karşıdan görünüyordu çünkü. Bir gece önce de bir gökdelenin tepesinde bir barda oturup tatlı tatlı esen rüzgar ve lounge müzikle içkilerimizi içip caminin minarelerindeki lazer gösterisini seyretmiştik, sürrealist bir ortamdı.

Tabii ki camiye benim için otelin hediyelik eşya dükkanından bir eşarp alıp girebileceğimizi zannedecek kadar naiftik. Meğer camiye girerken abaya giymek zorunluymuş. Ben bir kere prensip olarak abaya falan giymem, net. En baş neden bu. İkincil önemde sebeplerim de var tabii, birincisi o abaya ile ben penguene benzerim. O halde D'nin karşısına çıkıp romantik tatilimizi sona erdirecek değilim, ayaklarıma takılır o düşerim bir de. İkincisi de caminin her turiste 50 derece sıcaklıkta verdigi kokuşuk siyah çarşafa ölürüm de girmem. Dolayısıyla kültürel geziyi bırakıp hop yine kendimizi plaja attık. İstemem yan cebime koy.
Abu Dhabi süper gelişmiş falan ama müzik konusunda bir 30 yıl kadar gerideler hala. Bir gece yeni yetme Arap gençlerin you can't touch this ve pump up the jam ile çılgınlar gibi eğlendiklerini gördük. You can't touch this ile ne kadar eğlenilebilir düşünün ama gençler açtırmışlar tequila patronları çıs tak çıs tak gayet eğleniyorlardı.

Alışveriş hayallerim hayal olarak kaldı. Abu Dhabi bir Dubai değilmiş hepi topu 3 hadi bilemedin 4 AVM var. Markalar da direkt bölgenin zevkine çalışmış, herşey mi taşlı pullu olur? Valla öyleydi. Koca tatilde ala ala hurma aldım! Ah o hurmalar yok mu bal gibi tatlı namussuzlar. Bir de humus kazanına düştüm tabii kahvaltıda humus, öğle yemeğinde humus, akşamüstü içkisi humus. Biraz daha kalırsak nohuta benzeyecektim.
Bir sürü Pakistanlı, Hintli, Afgan, Nepalli, Magrepli ile muhabbet ettik ama tek kelime Arapça duymadık. Servis yapan herkes yabancı onun için de ortak dil direkt İngilizce. Bir de külçe altın ATM'si gördük gözlerimize inanamadık. Külçe altın yahu. Kimin külçe altına ATM'den çekecek kadar ve ne için ihtiyacı olur ki? Paranın gözü kör olsun.

Ay neyse yedik içtik köyümüze döndük. Ana fikir şu ki  I love tatil.







2 comments:

  1. Yazım dilini çok seviyorum. Abu Dhabi yakında Dubai'yi geçecek diyorlar. Daha fazla petrolleri var ancak Dubai şeyhi gibi vizyoner adamlara ihtiyaçları var sadece.
    Bol gezmeler:)

    ReplyDelete
  2. Cok tesekkur ederim Irem :) ilk mentor'um sendin biliyorsun :)

    ReplyDelete