14.11.11

Dakar'da Kurban Olmak


Evet herkes tatilden döndüyse sizinle şu anımı paylaşabilirim.
Son 3 yıldır Paris’te keyfimi gezdiriyor olsam da expatlik böyle ver elini Paris, Londra, NY gibi birşey değil. Daha çok ver elini Bangladeş, Uganda, Pakistan "hadi bunlar çok süründü bir kıyak geçelim birkaç sene Paris" gibi birşey. Artık biliyorsunuz Paris öncesi bir 5 senelik ülkeden ülkeye Afrika maceramız var ki bloğumuz cool/urban şehir bloğu olmadığından dolayı asıl malzemeler Afrika’dan çıkıyor. Malzeme biteceğinden değil ama bir 1,5 yıl (aşağı yukarı sevgili ailem birşey bilip de sizden gizliyor değilim paniklemeyin) daha beklerseniz muhtemelen dünyanın bol renkli, bol malzemeli bir başka köşesinden yazarım.
Neyse Fildişi Sahilli dostlarımız –ki ben onları harbiden severim- bizi yaka paça ülkeden kovaladıktan, canımızı zor kurtardıktan sonra –ki onu gerçek savas günlükleri başligiyla yazi dizisi olarak yazmıştım- kendimizi bir sırt çantası, 2 t-shirt, bir şıpıdık terlikten oluşan tüm malvarlığımızla beraber Senegal’de bulduk. Önceleri teselli ikramiyesi olarak bu kılıksız halimizle bizi pek şık bir 5 yıldızlı Fransız otelinde konaklattılar. Ama tabii aylar geçince savaş kaçkınlarına yeni yerler bulmak gerekti zira otel çok pahalıydı ve uzun süreli kalabilenler sadece müritlerinin ödediği paralarla orada yaşayıp giden müslüman din adamı "marabular" idi. Biz de aldık elimize çıkınımızı ve kiralık ev aradık. Sonunda kendisi üniversitede tarih profesörü karısı da sosyoloji profesörü olan Dakar’ın önde gidenlerinden bir çiftin, evlerinin bahçesinde aslen hizmetliler için yaptırdıkları ama sonra hizmetlilerin evin mutfağında yerde yatsalar da ses çıkarmayacaklarına kanaat getirip, yabancıların da yolunacak kaz olduğunu anladıkları için bir TV bir dandik klima koyup kiraya verdikleri bungalovlardan birini tuttuk.  Bu eli kalem tutmuş entellektüel çiftin bir diğer kiracısı uzun zaman önce kafayı üşütmüş, kah silah, kah balık, kah komşu ülkelerden apartılmış elmas, artık ayırım yapmadan ne bulduysa onun ticaretini yapan bir Fransız kadın idi.
Biz böyle çölden esen kumların insanın kulaklarından fışkırdığı harmatan mevsimleri yaşayıp giderken kurban bayramı geldi çattı. Türkiye’den kıtalar uzaktasın, ucunda beklenen bir tatil falan da yok, böyle şeyleri takip edemiyor tabii insan. Yalnız bir anda adam başına düşen koyun, koç, dana sayısındaki artıştan şüphelenmeliydim. Fakir ülke zaten, bir de çöl, ağaçlarda yapraktan çok siyah plastik poşet yetişiyor, haliyle hayvancıkların da deriler kemiklere yapışmış. Heryerde varlar, trafikte, şehir merkezinde, başkanlık konutunun bahçesinde ve tabii bizim entellektüel ev sahiplerimizde 7 tane! Cok soru sorup sorgulayan bir insan olsaydım şu an burada blog yazıyor olmazdım bilim adamı falan olurdum onun için bu 7 koyunun varlığını da bayram sabahına kadar sorgulamadım ta ki senkronize kesim törenlerine ve akşam yemeği davetine kadar.
Senegalli din kardeşlerimiz en öz hakiki müslümanlık için aile başına bir kurban falan değil daha çok kişi başına “en az” 1 kurban kesmek gerektiğine hüküm vermiş olmalılar çünkü her ailede hem karı hem koca hem çocuklar ayrı ayrı kurban kestiriyor. 24 ay taksitli kurban kredisi alıyor insanlar çünkü fakir de kesiyor zengin de. Seneye kurban bayramı gelince bir öncekinin taksidi bitmemiş oluyor hoop hadi bir 24 ay taksit daha. Ölüp giderken çocuklarına kurban taksidi bırakan vardır eminim. Öyle ki doğmadan çocuğa « kurban fonu » yaratmak lazım neredeyse. Eğitim falan değil mühim olan çocuğun kurban kesecek parası olsun. Bir de tabii ne kadar büyük o kadar iyi, dost düşman görsün hava olsun. Bu kadar et bütün nüfusu 1 sene doyurur en azından iyi bari dediğinizi duyar gidiyim. Güldürmeyin ayol tabii ki etler fakirlere falan gitmiyor (Türkiye’de gidiyor mu ki?) daha çok “yabancı” misafirler çağırılıp şölen yapılıyor.
Yabancı misafir bkz biz! Üstelik dünyanın kirasını ödüyoruz en baş köşede misafir, yediği her lokma dikkatle incelenen misafir, tabağındaki bitmezse ayıp sayılan misafir. Bu bahsi şöyle kapatmalıyım ki Senegal’de etin makbulü, üzerinde hala tüyleriyle gelen ettir. Misafirin bütün tabağını bitirmesi gerektiğini söylemiş miydim?

3.11.11

Plastikten Olsun Benim Olsun Ya Da Benim Canim Pasaportum

ben böyle internetten resim arakladikça biraz tirsiyorum basima birsey gelir mi?
Bugün bir haber okudum, Somali’de Türk büyükelçiliği açılıyormuş veya açılmış emin değilim.Cok sevindim.
Afrika’da yaşarken en büyük korkum pasaportumun kaybolmasıydı. Aslan, kaplan, iç savaş falan değil plastik lacivert, yazıları zamanla silinen, dandik kalite pasaportum. (Yeni pasaportlar öyle değil artık neyse) Neden derseniz, eh çünkü yaşadığım 3 ülkenin 2’sinde Türk elçiliği de fahri konsolosluk da yoktu ve tek başına bir işe yaramayan pasaportum kaybolursa ne yapacaktım düşünün. Ülkeden çıkamazsın bu bir, hadi diyelim Afrika ülkesidir adamını buldun ülkeden çıktın direkt uçuş yok bu da iki. Avrupa’dan nasıl transit geçeceksin. Süründürürler adamı. Ben neredeyse pasaportu boynuma iple bağlı öyle yaşıyorum. En değerli varlığım. Cocuğum olsa böyle ihtimam etmem.
Bu transit mecburiyeti yüzünden ayrica sürekli de geçerli schengen vizemin olması gerekiyordu. Her 6 ayda bir hooop Fransa konsolosluğu, şimdi yiğidin hakkını yemeyelim gık demeden yenilediler her defasında ama gidip kuyruk olacaksın, derdini anlatacaksın, en değerli varlığını 2 gün için gözünün önünden ayıracaksin vs, vs. "D"nin tuzu kuru, cillop gibi kan kirmizisi pasaportu var, daha uzaktan gösterdin mi sak sak sak bütün kapilar açiliyor, vize de neymis? Onun için bütün vize fasillarina onu da sürüklüyordum birincisi intikam soguk da yenir sicak da hiç farketmez ikincisi de seytani zekamin ürettigi bir procem var. O da su; Türklerin Avrupa vizesi problemini bizimle beraber vize kuyruğunda sefil olan Avrupalı karı, koca, sevgili nüfusu çözecek buna kuvvetle inanıyorum. Bu yüzden procem kapsaminda hemen herkes kendine bir Avrupalı manita yapıp vize kuyruklarında süründürmeli, kesin çalışır bakın bu Avrupalılar bizim gibi değil vatandaşların sürünmesine gönülleri razı gelmiyor enteresandır.
Neyse bu vize uzatma zamanlarından biri tam da Fildişi Sahili’nin karışmasından önceye denk geldi. Ben birgün önce pasaportu verdim ertesi gün gidip alacağım. Kardeşim sakınan göze çöp batar da bu kadar mı olur yani ülkede savaş çıktı! ilk hedef de benim pasaportun içinde mahsur kaldığı Fransız elçilik binası. Kapının önüne toplaşmış 1000 kişi binayı yakacakmış. Yaktırır mıyım be ! Tabii binanın yanına kimse gitmesin diye uyarıyor tüm devletlerin elçilikleri (beni uyaran haliyle yok « D »nin devleti sağolsun hasbel kader es mazeretinden haberim oluyor) ama yani kolaysa siz gitmeyin kardeşim pasaportum var içeride boru mu? Tabii ki gittim. « Durun ağbilerim ben bir içeri gireyim pasaportu alayım öyle yakarsınız, ezilmiş halkların kardeşliği, bu Avrupalıların zulmü de yani çek çek nereye kadar » falan gibisinden bir konuşma hazırladım aklımdan. 5 dakikada sattım yani Avrupalıları. Empati kurarım bir şekilde eli meşaleli kalabalıkla elbet. Kalabalık benim gibi düşünmüyormuş. « Vay adi Fransızlar sizi » diye üstümüze yürüdüler. Daha önce anlatmıştım, Fildişinde beyaz herkes Fransızdır zannederlerdi. Türkiye’nin de adını duyan yok kafadan ülke uyduruyorum diye trafik cezası yemiştim polisten azar işitip ciddiyim bak adam "Tarakiya diye mi ülke mi olur yeme bizi" diye polisi kandirmaya tesebbüsten ceza yazdi. Tabii benim « kardeşim Fransız olsam vize almak için neden pasaportumu içeride bırakayım » diye bana gayet mantıklı gelen yaklaşımım o karambolde pek ilgi görmedi. Grup üstümüze doğru kapanırken binanın ana kapısını açıp içeri çektiler bizi. 10 dakika önce sattığım Avrupalılara kurban, konsolosluğun yerini öpecektim. Önce can sonra canan tabii kendimi kurtardım ya hemen ilk gördüğüm görevlinin yakasına yapışıp « pasaportum nerdeeeee » diye böğürdüm. Hala pasaport derdindeyim yani aferin.
Ortalık sakinleşip de sokağa çıkınca baktık ki bizim bitirim şoför Fostain öfkeli kalabalıkla al takke ver külak olmuş, demin « hepinizi yiyicez » diye üstüme saldıran ekip de « madame bak arabayı koruduk bahşiş verirsin herhalde ehi ehi » diyor. Yüzsüzlüğün de böylesi. Verdik tabii bahşişi, ben pasaportuma kavuşmuşum arabayı istesin arabayı da verirdim üstüne.
Yani dandik mandik pasaportunuzun kıymetini bilin arkadaşlar yaban ellerde mahsur kalmak var. Futbolcu ya da ahlaken zayıf bir türkücü falan değilseniz gelip sizi kurtaracak uçak da kaldırmaz bizim devlet ona göre yani.