Bavulumu toplayıp memleketi arkada bırakalı 10 yılı geçti. Ben uzağa gittim ama geride kıymetlilerim var. Annem var, babam var, kimse kusura bakmasın herkesten çok sevdiğim can kardeşim var, teyze, anneanne, amca, kuzenler, dostlar... var da var, hatta ailenin en küçük kıymetlisi Deniz Ali de var. Yani demem o ki, İstanbul’u bıraktım bırakmasına ama öyle “haydi ben gittim” demekle gidilmiyor.
Her dönüşümde hep “İstanbul’u nasıl buldun?” diye soruyor herkes bana. Dışarıdan nasıl göründüğümüzü bilmek isteriz ya biz bu topraklarda hep, rakı güzel midir? boğaz dünyanın en harika şeyi değil midir? simit ve çayı özlemiş miyizdir? Gördüğüm şehirler arasında en güzeli yine de İstanbul değil midir? ... Ne yalan söyliyeyim ben uzun zamandır İstanbul’u hiç iyi bulmuyordum.
Daha uçak yaklaşırken insanın üstüne üstüne gelen, gittikçe sıklaşan, gittikçe yükselen, gittikçe çirkinleşen kitschleşen binalar, binalar, binalar... Azalan yeşillikler, kabalaşan insanlar, kesilen selamlar, tanınmayan, baş çevrilen komşular, bulunamayan vakitler, içinde anlamsızca zaman öldürülen AVMler... İstanbul’u hiç hoş bulmuyordum.
Soran kırılmasın diye “her gelişimde değişiyor İstanbul artık yolumu kaybolmadan bulamıyorum” diye kıvırıyordum, sorulan sorunun cevabını veremiyordum. Hoşgeldin diyenlere, hiç de gür çıkmayan bir sesle “hoşbulduk” diyordum.
Sonra “Gezi” oldu. Tam da en ümidimizi kestiğimiz anda, en artık bizden iyi bir şey çıkmaz dediğimiz anda, en sesini gür gür çıkaran Fransa gençliğine imrendiğim anda, herkese eşitliği savunmak için meydanları dolduran Fransızlarla yan yana yürüyüp niye Türkiye’de böyle haklılıkla sesimizi duyuramıyoruz diye hüzünlendiğim anda, en birbirimizi ne zaman anlayacağız diye dertlendiğimiz anda... “Gezi” oldu.
Herkesin herkesin hikayesini, anlatmak istediğini dinlediği, herkesin yanındakinin kim olduğuna bakmadan elini tuttuğu, selam verdiği, herkesin herkese lütfen dediği, herkesin herkesten özür dilediği, herkesin herkese yardım etmek için evini, çocuğunu, kıymetli zamanını, işini, dolu takvimlerini bırakıp tanımadığı insanların yanına koştuğu, herkesin birbirinin hakkını aradığı, birbirini canını dişine takıp savunduğu, birlikte durduğu, birlikte yürüdüğü, direniş komşusunun gözünü, sokak köpeğinin yüzünü ilaçlı suyla sildiği, Gezi’de su ihtiyacı olunca litrelerce suları yüklenip geldiği, yemek ihtiyacı olunca kazanını kapıp koştuğu, sadece insan ihtiyacı olunca, çalışmayan otobüse, metroya rağmen yettiği... “Gezi” oldu ve biz değiştik.
Hiç tanımadığımız arkadaşlarımızı kaybettik, aileleri ailemiz oldu, yaralananların acısı acımız oldu, gözaltına alınanların derdi derdimiz oldu, gaz soluyup nefessiz kalanlara o gazı solumayanlarımızın nefesi nefes oldu, yardım edenlere yardım etmek boynumuzun borcu oldu, yalan söyleyenlerin yalanlarını ortaya çıkarmak, onların yalanlarına inat gerçekleri duyurmak en önemli işimiz, uğraşımız oldu. Adını haykırarak polis otobüslerine bindirilenlerin akıbetini takip etmek sorumluluğumuz oldu. Bu ülkede yıllardır ezilen, şiddet gören, haksızlığa uğruyan herkesin “ama”sız destekçisi olmamız, yanında cesaretle durmamız gerektiğini bir kez daha gösterip, Gezi bir dönüm oldu. Satılmış kalemlerin, çıkarlarını her şeyin önünde tutanların, en tehlikeli ve korkunç yalanları utanmadan ardarda sıralayabilenlerin yüzlerini görmemiz için Gezi ışık oldu. İstanbul’u, Hatay’ı, Ankara’yı, Eskişehir’i, direnen bütün şehirleri dostlukla birbirine bağlayan yol oldu.
Gezi artık sadece Taksim’de küçük bir park değildir. Gezi tüm Türkiye’dir. Gezi’yi gördüm, Gezi’yi çok sevdim, Gezilileri arkadaşlarım bildim. Şimdi Gezi’den uzakta, Paris’te, uzakta olmanın ağlak duygusallığıyla, gelen geçen Parislileri durdurup “siz biliyor musunuz benim arkadaşlarımın nasıl güzel direndiğini” diye anlatmak istiyorum.
Şimdi bir kez daha sorun bana bu defa İstanbul’u nasıl buldun diye. Ben memleketi uzun zamandır ilk defa hoş buldum hem de çok hoş buldum.
No comments:
Post a Comment