24.4.14

Sinema Salonu Dediğin...


Dün sinemadaydım. Bizim mahallede 4 tane sinema var. Hepsi, eski Paris binalarının en alt katlarında. En fazla 4 salonları var, epey küçük. Film saatini içeride bekleyecek kadar alan bile yok. Kar da yağsa yağmur da yağsa biletimizi alıp kapının önünde sıra olup bekliyoruz. 

Dün bunlardan birindeydim, kalabalık Bastille meydanına yakın olanında. Çıkış kapısı direkt kaldırıma açılıyor. Kaldırımda da 2 kadın karşılaşmış, uzun zamandır da birbirlerini görmemişler. Biri çok kilo vermiş. Dükan rejimi yapıyormuş. Sebzeyle zaten arası yokmuş da meyve yemeden durmak çok zormuş. Diğeri saçını kestirmiş, çünkü sevgilisinden ayrılıyormuş ve morali biraz bozukmuş. Paskalya tatili için çocukları annesine göndermiş. Gerçi annesi de iyice yaşlanmış ama ne yapsınmış, kafasını dinlemek iyi gelmiş. Biz bunları nereden biliyoruz, çünkü dedim ya sinema salonunun çıkış kapısı direkt kaldırıma açılıyor. Biz de içeride biraz ağır bir film izliyoruz, uzun sessizlik molaları olanlardan. Sonunda genç bir adam ayağa kalktı, kapıyı açtı, “saçlarınız çok güzel olmuş madam, ama rica etsem biraz ileride konuşur musunuz, biz içeride film izliyoruz da” dedi. Yerine otururken bütün salon teşekkür etti.

Film yalnız izlenir - bence-. Sinemaya yalnız giderim, haftaiçi öğleden sonraları. Mahallede 4 sinema var, bir de huzurevi. Bizim evin hemen arkasında. Öğleden sonraları huzurevi kalabalığı ile denk geliyoruz. Çoğunlukla şu diyalog geçiyor arkamda:

  • işitme cihazımı takmayı unutmuşum
  • efendim?
  • ne dedin?
  • yok, istemem ben mısır
  • hiç anlamadım. işitme cihazımı takmayı unuttum demiş miydim?
  • efendim?

Geçenlerde, gümüş saçları bir gece önceden bigudiyle sarılmış, hoş bir yaşlı kadın film sırasında uyuyakaldı. Film de aslında sıkıcı değildi. Kafası koltuğun gerisine düşünce bir de horlamaya başladı. Tam 2 sıra önümde oturuyor, toplam zaten 10 sıra belki var. Salonda kimsenin filme odaklanması mümkün değil. Ayrıca yaşlı kadın çok hoş ve anlaşılan kimse kadını utandırmak istemiyor. Biraz kıpırdandık, 2 öksürdük falan ama olacak gibi değil. Kimse kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyor çünkü ihale üstümüze kalacak diye korkuyoruz. Sonunda yine genç bir adam görevi üstlendi. Kibarca, “madam sizi korkutmak istemem ama film çok heyecanlı ve siz kaçırıyorsunuz” diyerek kadını uyandırdı.

Bazı şehirler içeri içeri büyüyor.  Evler genişliyor mesela çünkü stüdyo daireler “toplumun değerleriyle uyuşmuyor!” oluyor (toplumun kendi, herhangi bir değerin yanından geçmiyor ya neyse konumuz o değil). Arabalar büyüyor, yerden yükseliyor, arabalarda hep 1 kişi, tek başına, saatlerce trafikte kapalı kalıyor. Parklar yerine avm’ler yükseliyor, sokağa değil duvarların arasına “çıkıyor” şehirliler. Sinemaların kapıları sokağa değil avm’lerin içine açılıyor.

Paris öyle bir şehir değil. Duvarların dışına dışına büyüyor Paris. Kitaplarını parkta okuyor Parisliler (kitap okumak “topluma tehlikeli” bir hareket değil burada, parkları polis basıp kitap okumayın diyemiyor), sabah kahvelerini teraslarda içiyorlar, alışverişlerini sokakta yapıyorlar, ve sinemaların kapılarında sıra bekliyorlar. Evet, film izlerken araya parazit sesler giriyor, perdeler dev, koltuklar yatar değil. 


Ama kapısı sokağa açılan sinema salonunu 1000 kere tercih ederim, duvarların içine değil sokağın göbeğine büyüyen şehirleri tercih ettiğim gibi.