Evet herkes tatilden döndüyse sizinle şu anımı paylaşabilirim.
Son 3 yıldır Paris’te keyfimi gezdiriyor olsam da expatlik böyle ver elini Paris, Londra, NY gibi birşey değil. Daha çok ver elini Bangladeş, Uganda, Pakistan "hadi bunlar çok süründü bir kıyak geçelim birkaç sene Paris" gibi birşey. Artık biliyorsunuz Paris öncesi bir 5 senelik ülkeden ülkeye Afrika maceramız var ki bloğumuz cool/urban şehir bloğu olmadığından dolayı asıl malzemeler Afrika’dan çıkıyor. Malzeme biteceğinden değil ama bir 1,5 yıl (aşağı yukarı sevgili ailem birşey bilip de sizden gizliyor değilim paniklemeyin) daha beklerseniz muhtemelen dünyanın bol renkli, bol malzemeli bir başka köşesinden yazarım.
Neyse Fildişi Sahilli dostlarımız –ki ben onları harbiden severim- bizi yaka paça ülkeden kovaladıktan, canımızı zor kurtardıktan sonra –ki onu gerçek savas günlükleri başligiyla yazi dizisi olarak yazmıştım- kendimizi bir sırt çantası, 2 t-shirt, bir şıpıdık terlikten oluşan tüm malvarlığımızla beraber Senegal’de bulduk. Önceleri teselli ikramiyesi olarak bu kılıksız halimizle bizi pek şık bir 5 yıldızlı Fransız otelinde konaklattılar. Ama tabii aylar geçince savaş kaçkınlarına yeni yerler bulmak gerekti zira otel çok pahalıydı ve uzun süreli kalabilenler sadece müritlerinin ödediği paralarla orada yaşayıp giden müslüman din adamı "marabular" idi. Biz de aldık elimize çıkınımızı ve kiralık ev aradık. Sonunda kendisi üniversitede tarih profesörü karısı da sosyoloji profesörü olan Dakar’ın önde gidenlerinden bir çiftin, evlerinin bahçesinde aslen hizmetliler için yaptırdıkları ama sonra hizmetlilerin evin mutfağında yerde yatsalar da ses çıkarmayacaklarına kanaat getirip, yabancıların da yolunacak kaz olduğunu anladıkları için bir TV bir dandik klima koyup kiraya verdikleri bungalovlardan birini tuttuk. Bu eli kalem tutmuş entellektüel çiftin bir diğer kiracısı uzun zaman önce kafayı üşütmüş, kah silah, kah balık, kah komşu ülkelerden apartılmış elmas, artık ayırım yapmadan ne bulduysa onun ticaretini yapan bir Fransız kadın idi.
Biz böyle çölden esen kumların insanın kulaklarından fışkırdığı harmatan mevsimleri yaşayıp giderken kurban bayramı geldi çattı. Türkiye’den kıtalar uzaktasın, ucunda beklenen bir tatil falan da yok, böyle şeyleri takip edemiyor tabii insan. Yalnız bir anda adam başına düşen koyun, koç, dana sayısındaki artıştan şüphelenmeliydim. Fakir ülke zaten, bir de çöl, ağaçlarda yapraktan çok siyah plastik poşet yetişiyor, haliyle hayvancıkların da deriler kemiklere yapışmış. Heryerde varlar, trafikte, şehir merkezinde, başkanlık konutunun bahçesinde ve tabii bizim entellektüel ev sahiplerimizde 7 tane! Cok soru sorup sorgulayan bir insan olsaydım şu an burada blog yazıyor olmazdım bilim adamı falan olurdum onun için bu 7 koyunun varlığını da bayram sabahına kadar sorgulamadım ta ki senkronize kesim törenlerine ve akşam yemeği davetine kadar.
Senegalli din kardeşlerimiz en öz hakiki müslümanlık için aile başına bir kurban falan değil daha çok kişi başına “en az” 1 kurban kesmek gerektiğine hüküm vermiş olmalılar çünkü her ailede hem karı hem koca hem çocuklar ayrı ayrı kurban kestiriyor. 24 ay taksitli kurban kredisi alıyor insanlar çünkü fakir de kesiyor zengin de. Seneye kurban bayramı gelince bir öncekinin taksidi bitmemiş oluyor hoop hadi bir 24 ay taksit daha. Ölüp giderken çocuklarına kurban taksidi bırakan vardır eminim. Öyle ki doğmadan çocuğa « kurban fonu » yaratmak lazım neredeyse. Eğitim falan değil mühim olan çocuğun kurban kesecek parası olsun. Bir de tabii ne kadar büyük o kadar iyi, dost düşman görsün hava olsun. Bu kadar et bütün nüfusu 1 sene doyurur en azından iyi bari dediğinizi duyar gidiyim. Güldürmeyin ayol tabii ki etler fakirlere falan gitmiyor (Türkiye’de gidiyor mu ki?) daha çok “yabancı” misafirler çağırılıp şölen yapılıyor.
Yabancı misafir bkz biz! Üstelik dünyanın kirasını ödüyoruz en baş köşede misafir, yediği her lokma dikkatle incelenen misafir, tabağındaki bitmezse ayıp sayılan misafir. Bu bahsi şöyle kapatmalıyım ki Senegal’de etin makbulü, üzerinde hala tüyleriyle gelen ettir. Misafirin bütün tabağını bitirmesi gerektiğini söylemiş miydim?
No comments:
Post a Comment