Spordan çıkmış eve yürüyordum, Notre Dame’ı gördün mü diye mesajlar yağmaya başladı.
6 yıl tam zamanlı Paris’te yaşayıp birkaç yıl önce Ukrayna ve sonra da İsviçre’de bulunduktan sonra şu an hayatımı Paris ve Bern arasında geçiriyorum. O esnada Bern’deydim. Paris’teki evimden her sabah Seine nehrine koşarım, Ledru Rollin caddesinin sonunda Austerlitz köprüsüne vardığımda kafamı sağa çevirince her sabah 800 yıldır orada duran katedralin ihtişamına hayranlıkla bakar ve ne şanslı olduğumu düşünürüm. Haberi aldığımda yine bir köprü ve nehir üzerindeydim ve kafamı kaldırıp gözlerimle Notre Dame’ı aradım.
Eve koşup TV’yi açınca gördüğüm korkunç yangın görüntüleri lafın gelişi değil gerçekten canımı acıttı.
Parisliler genelde Paris’ten şikayet ederler ama başka yerde de yaşayamazlar. Birbirleriyle hemen her konuda ters düşseler, metroda basit şeylerden her defasında büyük tartışmalar çıksa da zor anlarda kenetlenmelerini hep hayranlıkla hatta itiraf edeyim kendi doğup büyüdüğüm topraklarda olmadığı için biraz da iç çekerek izledim.
Geçtiğimiz yıllarda Paris çok kötü olayları arka arkaya yaşadı, Charlie Hebdo katliamı, koşer market katliamı, 13 Kasım (Bataclan konseri ve kafe terasları) katliamları, bu kış birbiri ardına yanan binalar... Sonradan kendime ev edindiğim şehrin bütün acıları oradayken de uzaktayken de canımı yaktı.
Notre Dame yangınını çaresizce seyreden Parislileri görünce yine aynı kenetlenmeyi gördüm.
Hotel de Ville’in önünden gözlerini ayırmadan, herkes “yaşlı hanımın” ayakta kalma mücadelesini izliyordu.
Her şehrin ve o şehrin insanlarının ister istemez hayatlarının parçası olan semboller vardır. Biz İstanbullular o sembollerden öyle çok yitirdik ki Parislileri en iyi biz anlarız sanki. Notre Dame da sadece Paris’in katolikleri için anlamlı olan bir tarihi yapı değil, Fransız seküler tarihiyle de pek çok önemli anın tanığı olmuş bir yapıt, Fransız devriminden Paris’in nazi işgalinden kurtuluşuna, General De Gaule’e (tartışmalı)suikast girişimine kadar. Benim için dayanılmaz sıcak yaz günlerinde, serinliğine sığınıp sıralarında kitap okuduğum katedralin tüm Parisliler için ve hatta tarihe, sanata, mimariye meraklı tüm dünya insanları için elbette başka başka anlamları vardı.
Yangının başlamasıyla, katedralin yakınındaki binalar boşaltıldı ve Île de la Cité’de yaşayan Parislilere evlerinde kalamayacakları söylendi. Elinde gecelik çantasıyla yangın yerinden ayrılmaya gönlü elvermeyen bir kadın “komşum zor durumda, onu bu halde nasıl bırakıp kendi rahatımı düşünürüm” diyordu, katedralin önünden ayrıl(a)mayan bir başka Parisli ise neden orada olduğu sorulduğunda “çünkü ona veda ediyorum” diyordu. Yapanların anısına saygıdan yeniden inşa edilmesinin doğru olmadığını düşünenler ile tam tersine 800 yıldır ayakta duran bu tarihi baş yapıtı gelecek nesillerden esirgeyemeyiz mutlaka onarmalıyız diyen Parisliler işte yeniden ama bu kez usul usul tartışmaya başlamışlardı bile.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, merakla beklenen ve sarı yeleklilerin taleplerine cevap vermesi öngörülen ulusa sesleniş konuşmasını iptal edip olay yerine koştuğunda, Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo da oradaydı ve katedralin içindeki eserlerin önemli bir kısmının kurtarılması operasyonunu Paris itfaiyesi ile beraber yürütüyordu. Olay esnasında her kafadan bir ses çıkarken, Paris itfaiyesinin nasıl olup da yangına daha efektif müdahele edemediği sosyal medyada hararetli tartışmalar yaratırken itfaiyenin bu zor görevi yerine getirmekte olduğunu biz ertesi gün öğrenecektik. Sarı yelekliler, Macron’un konuşmasından zaten mühim bir şey beklemiyorduk derken bir kısım daha sarkastik Fransızlar “şanslı piç” yine zaman kazandı yorumu yapıyordu.
Macron, canlı yayında Notre Dame’ı 5 yılda eski haline getireceklerinin sözünü verirken uzmanlar ise Reims katedralinin tadilatının 20 yıldan fazla sürdüğünü, yangınla etrafa saçılan zehirli maddelerin temizlenmesinin bile 2 yıl alabileceğini söylüyorlardı.
Gece ilerledikçe ve yangın söndürülemedikçe “yaşlı hanıma” veda etmek isteyen Parisliler hep bir ağızdan Ave Maria’yı söylemeye başladılar, ekran karşısında hepimize dokunan bu zarif “eşlik” ertesi gün yerini büyük Fransız şirketlerin yüklü bağışları ile normal insanların küçük de olsa gönüllerinden kopan bağışlarıyla katedralin onarılması için bir seferberliğe dönüştü. 600 milyon euro’dan fazla bağış toplanırken bu defa da şirketlerin bu bağışları vergilerinden düşebilecekleri için aslında ceplerinden bir şey çıkmadığı tartışmaları başladı.
Victor Hugo’nun Notre Dame’ın Kamburu romanını yazarken, karısıyla problemler yaşadığı çok mutlu olmadığı bir dönem olduğu hakkında bir röportaj dinledim, Hugo, kendisine sipariş edilen gotik roman için Notre Dame romanını kurgularken roman ortaçağda geçiyor olmasına rağmen aslında yaşadıkları anın gelişmelerinden esinlenmiş. Katedral yanarken haklı olarak Hugo ve yapıtının (katedralin yanı sıra) diğer baş karakteri olan Quasimodo’ya yapılan referanslar internette dünyanın dört yanında paylaşıldı, yangının ertesi günü ise Notre Dame’a saygınlığını geri kazandıran Hugo’nun ünlü romanı, kitap sitelerinde en çok satanlar listelerine girmişti bile.
Yangından 2 gün sonra Paris’teydim. Sarı Yeleklilerin 23. Cumartesi gösterileri nedeniyle katedralin etrafı sıkı korunmaya alınmış ve Île de la Cité’ye giden köprüler kapatılmıştı. Parislilerin, “ışıklar şehrinin” en zarif sembollerinden olan katedrallerine sanki incinmesinden korkarcasına şefkatle baktıklarını izledim. Evden çıkıp yürüyerek Austerlitz köprüsüne varınca uzaktan aynı ihtişamıyla hiçbir şey olmamış gibi görünen eski dosta bir kez daha hayranlıkla baktım ve canı yanmasın diye ben de Parisliler gibi şehrin kaldırımlarında yumuşak adımlarla yürüdüm