Bundan tam 7 yıl
önceydi. Günü gününe... Üstelik yine bir Cuma akşamıydı. Paris’e ilk taşındığım
gündü. Taşınmanın yorgunluğunu bir kafenin terasında bir kadeh şarap eşliğinde
atalım demiştik. Herhangi bir kafe seçtik. Bir başkası da olabilirdi, orası tenhaydı,
Sushi restoranının tam yanındakine oturduk.
Geçtiğimiz Cuma
akşamı, Veronique de aynen böyle yapmış. Çocuklarını bırakmış, arkadaşlarıyla
yemeğe çıkmışlar. Aslında gitmek istedikleri kafe doluymuş, 7 yıl önce aynı
tarihlerde yine bir Cuma akşamı benim oturduğum kafeye oturmuşlar. Veronique
öldürüldü. Onunla beraber o kafede oturan 19 kişi de öldürüldü, başka kafelerde
oturan, konser dinlemeye giden toplam 130 kişi öldürüldü.
Geçtiğimiz Cuma
akşamı Paris’te değildim, Paris’te olsaydım, çok büyük ihtimalle, evimin hemen
yakınındaki Rue de Charonne’daki kafelerden birinde bir terasta olurdum ben de.
Belki Veronique ile yan yana masalarda otururduk. Madakaskar’daki çocuklara
yardım ediyormuş, 2 çocuğunu da Madagaskar’dan evlat edinmiş. Afrikalı manevi
çocuklarımı konuşurduk. Eminim anlaşırdık. Saldırılardan sonra kocasının bir
röportajını dinledim, çocuklarıma anlatmak çok zor diyordu, bundan sonra bizi
ayakta tutacak tek şey Veronique’in şimdiye kadar bize verdiği sevgi olacak
diyordu, sevdiklerinize sarılın, bir gün kendinizi yeterince sarılmamış
bulabilirsiniz diyordu.
130 kişi korkunç
şekilde katledildi. Ve Paris ayağa kalktı. Önce Parisliler sosyal medyadan, hiç
tanımadıkları insanlara evlerini açtı. Paris polisi sokaklarda gezmeyin
demişti, ve insanlar nereye gideceklerini bilmiyorlardı, birbirlerinin evlerine
sığındılar. Taksiciler taksimetre kapadı, herkesi evlerine ücretsiz taşıdılar.
Ertesi sabah ise Paris kan vermeye koştu. Saatlerce bekleyerek kan verdiler.
Grafiti sanatçıları kendiliğinden bir araya gelerek saldırıların yapıldığı
10.bölgede bir duvara Paris şehrinin Latince mottosunu boyadılar, polis
seyrediyordu “normal şartlar altında durdurmamız gerekir, ama bu başka”
diyorlardı.
Parisliler
işlerine gitmedi, saygı duruşuna gitti, hükümetin güvenlik nedeniyle
gösterileri ertelemesine rağmen kendiliklerinden Republique meydanında ve
saldırıların yapıldığı yerlerde toplandılar. Korkmuyorlar mıydı? Korkmaz
olurlar mı hiç? Konuştuğum, haberlerini almak için aradığım bütün arkadaşlarım
korkudan ölüyorum ama evimde duramıyorum, gitmeliyim diyordu.
Saldırıların
yapıldığı 10. ve 11. Bölgeler, Paris’in etnik, kültürel, demografik özellikleri
hala karma kalabilen nadir bölgelerindendir. Parisliler saldırıları direkt
olarak hayatı yaşama şekillerine saldırı olarak gördü. Bu bölgelerde yaşayan, sanat
seven, müzik seven, hayat seven, aydınlık yaşamak isteyen, bir arada yaşamak
isteyen insanlara saldırdı karanlık hayatlar isteyenler. “Kazanamayacaklar”
diyor Parisliler. Kazanamayacaklar.
Bütün bunlar olurken,
Parisliler kenetlenirken biz Türkiyeliler bu konuda da ayrışma fırsatını
kaçırmamıştık ve birbirimizi yiyorduk. Lübnan’a ses çıkarmayanlar neden şimdi
konuşuyor diyenler, profil resimlerini neden Fransız bayrağı yaptılar, şehit
cenazelerinde Türk bayrağı yapmamışlardı diyenler, batılılar yaptıklarının
cezasını çekiyor diye acımasızca yorumlar yapanlar... Sanki aynı barbarlar daha
1 ay önce Ankara’da canımızı yakmamış, 100 insanımızı katletmemiş gibi! Ondan
önce Suruç’ta pırıl pırıl gençleri aramızdan hoyratça kopartmamış gibi! O
katliamlardan sonra bu ülkede insanlar maç seyretmeye, dizi izlemeye hiçbir şey
olmamışçasına dönmemiş gibi! O maçlarda Ankara katliamında katledilenler
ıslıklanmamış gibi! Sonra yine bir maçta bu defa Paris katliamında hayatını
kaybedenler ıslıklanmamış gibi! Katliamdan hemen sonra -hiçbir sorumluluğu
olmasa- önlem almamaktan dolayı sorumluluğu olan hükümet yeniden seçim
kazanmamış gibi! Yaşamayı sevenlerden nefret edenlerin cinayetlerini sadece ve
sadece banliyölerde uyuşturucu ve camiler arasına sıkışıp kalmış öfkeli gençler
klişesi üzerinden açıklamak için birbirleriyle yarışıyordu “her şeyi bilenler”,
bu nefret o klişe açıklamaya sığabilirmiş gibi!
130 kişinin
yüzlerine teker teker baktım, Ankara’da, Suruç’ta katledilen herkes kadar
tanıdık yüzler onlar da. O yüzler arasında ben olabilirdim, siz de olabilirdiniz,
sokakta yan yana geçtiğiniz insanlar, bir kafede gülümseyerek günaydın dediğiniz
insanlar, metroda yanınızda oturan insanlar olabilirdi hepsi de. Hepimiz
birbirimize benziyoruz çünkü. Paris’te, Ankara’da, Suruç’ta, Beyrut’ta,
Bamako’da, Nijerya’nın kuzeyinde küçük bir köyde öldürülen de.. Kimse o gün
evinden çıkarken “karanlık biri bugün beni katledebilir” diyerek başlamıyor
gününe.
dip not: Bu yaziyi yeni ozgur politika gazetesi icin yazmami rica ettiler. Yazi bugun yayinlandi.
ben iyim ya sen : )
ReplyDeleteUzundur blog'una girmemiştim sevgili Pınar. Yeni yazı girdiğine sevindim. Ama tabi, üzücü bir konu bu; ve okurken çok hüzünlendim.
ReplyDeleteModern tarihteki insanlığın bence en karanlık dönemini yaşıyoruz bizler. Çok üzücü.
Sevgiler.